20. yüzyılın en önemli bilim kurgu yazarlarından biri olan İngiliz romancı Arthur C. Clarke “Yeterince gelişmiş herhangi bir teknoloji sihirden ayırt edilemez.” demiş.
Birbirinin peşi sıra gelen teknolojik gelişmeleri anlamakta zorlanıyoruz. Teknolojinin sağladığı yeni imkânlar çoğumuza büyüden farksız görünüyor.
Son yıllarda insanlık tarihinde neredeyse internetin icadı kadar önemli bir kilometre taşına ulaştık.
Yapay zeka devriminden bahsediyorum.
Bugüne kadar bilim kurgu eserlerde hayalini kurduğumuz, insanlarla kendi dillerinde sohbet eden, her konuda engin bilgi sahibi robotlar gerçek oldu!
Üstelik sadece sohbet etmekle de kalmıyor yapay zeka. Bilim kurgu yazarlarının hayal güçlerinin sınırlarının ötesine geçip resimler, besteler yapıyor, şiirler, hikayeler, fıkralar, senaryolar yazıyor!
Yapay zeka teknolojisi ile oluşturulmuş müthiş fotoğraflar, yağlı boya resimler, illüstrasyonlar arasında estetik açıdan o kadar güzelleri var ki insanın o eserlerin bilgisayarlar tarafından çizilmiş olduğuna inanası gelmiyor.
Peki bu bize sihir gibi görünen resimler nasıl üretiliyor?
Hayatımızdaki hemen her teknoloji gibi yapay zeka teknolojisi de tabiatı anlayıp taklit etmeyle gelişti.
Nasıl düşündüğümüzü “aklettiğimizi” anlamak isteyen bilim adamları beyin ve sinir sistemimiz içindeki özel hücreler olan “nöronları” keşfettiler. Nöronların, beyin ve sinir sisteminde elektriksel ve kimyasal sinyallerle haberleşmesi sayesinde bir şeyleri hatırlıyor, anlıyor, karar veriyor ve düşünüyor olduğumuzu buldular.
Nöronları ve nöronlar arasındaki ağları taklit etmeye çalışan yapay sinir ağları oluşturdular.
Ortaya çıkan yapay ilkel beyni büyük miktarda veriyle eğitmek gerekiyordu. Bu bol bilgi internetten ve sayısal ortama aktarılan verilerden sağlandı. Böylece yapay sinir ağları “öğrenmeye” başladı.
Bugün hayretle ve biraz da dehşetle seyrettiğimiz resimleri oluşturmak için kullanılan birkaç farklı yöntem var.
Bunlardan ilki GAN (generative adversarial networks). Bu yöntem, iki farklı yapay sinir ağını birbiriyle kapıştırmak üzerine kurulu. İlk önce bir model, verilen resmin gerçek bir resim olup olmadığını anlamak üzere milyonlarca gerçek ve sahte resimle eğitiliyor. Diğeri de, olabildiğince gerçekçi resimler üretmek üzere eğitiliyor. Bunlardan ikincisi yeni resimler oluştururken, ilki onun ürettiği resimlerin gerçek mi yapay mı olduğunu anlamaya çalışıyor. Eğer yapay olduğunu anlarsa ikinci bunu da eğitiminin bir parçası haline getirerek gerçek resimlerden ayrılması daha zor, daha iyi resimler üretmeye başlıyor. Yani iki “ilkel beyin” evrimleşmek için birbirleri ile kavga ediyor!
Diğer bir yöntem VAE (variational autoencoder). Bu yöntem, hikayeci olmaya çalışan bir gencin meşhur yazarların hikayelerini okuyup, aslına bakmadan, kafadan yeniden yazmaya çalışmasına benziyor. Bir resmi analiz ederek kendince bir tür özet çıkaran yapay sinir ağı, bu özetten resmi yeniden üretmeye çalışıyor ve en sonunda ürettiği resim ile aslını karşılaştırarak ne kadar başarılı olduğunu ölçüyor.
Üçüncü bir yöntem Tarz Transferi (style transfer). Bu yöntem, bir resmin muhtevasını (resimdeki kişileri, nesneleri) değiştirmeden resmin tarzını (renklerini, çizgilerini vs.) değiştirmeye çalışıyor. Böylelikle bir fotoğrafı ya da bir resmi Van Gogh yahut Salvador Dali tarzında yeniden çizebiliyor.
Biz yapay zekanın ürettiği resimlere hayran hayran bakarken asıl “bomba haber” dil modelleri cephesinden geldi!
30 Kasım 2022 itibarıyla herkesin erişimine açılan “ChatGPT” ile, arifesinde olduğumuz büyük devrimin işaret fişeği ateşlenmiş oldu.
Bu günlerde dünya, bu en gelişmiş yapay zekalı sohbet robotu ChatGPT’yi konuşuyor.
Dil kullanımını tahmin etme ve bir dildeki kavramları anlama gibi işlemler için eğitilmiş bu yapay zeka modelinin sorulara verdiği cevaplar insanların akıllarını başlarından alıyor.
Üstelik ChatGPT Türkçe’nin yanısıra yazılım dillerini de biliyor, tarif edilen işleri yapan kodlar yazabiliyor.
Sanıyorum 2023 yılı insanlık tarihine “bir çağın kapanıp, yeni bir çağın açıldığı yıl” olarak geçecek.