2020 yılında, Amerika’nın eski başkanı Donald Trump'ın twitter hesabı, partisinin taraftarlarını aslı astarı olmayan bilgilerle provoke ettiği ve şiddeti yücelttiği gerekçesiyle askıya alınmıştı.
Twitter'ı satın alan ve Trump’ın cumhuriyetçi partisini desteklediği bilinen Elon Musk, "Trump'ın hesabını yeniden açalım mı" diye bir anket yaparak Trump’ın hesabını yeniden aktifleştirdi.
Elon Musk’ın, düzenlediği anketi duyurduğu mesajının altına yazdığı “Vox Populi, Vox Dei” ifadesi dikkat çekiciydi.
"Halkın sesi Hakk'ın sesidir" anlamına gelen bu Latince ifadenin ilk izlerini sürdüğümüzde yolumuz 8. asırda York şehrinde yaşamış bilim ve din adamı, şair ve öğretmen Alcuin’e (735-804) çıkıyor.
Alcuin, imparator Şarlman’a yazdığı tavsiye mektubunda "kalabalığın isyankarlığının her daim deliliğe çok yakın olduğu" gerekçesiyle “halkın sesi hakkın sesidir” gibi tehlikeli bir demokratik fikre direnmesini söylemiş.
İz sürmeyi devam ettirdiğimizde bu kez kendimizi 1327 yılının İngiltere’sinde buluyoruz: Canterbury Başpiskoposu Walter Reynolds, Kral II. Edward'a karşı ithamlarda bulunduğu "Vox populi, vox Dei" başlıklı vaazında bu ifadeyi Alcuin’le aynı bağlamda kullanmış.
İbare, 1709 yılı İngiltere'sinde bir kez daha, bu sefer bir siyasi parti broşürünün başlığı olarak karşımıza çıkıyor.
Ama bu sefer bağlamı farklı: Halkın sesinin Hakkın sesi gibi görülmesi gerektiğini söylüyor.
Tekrar Elon Musk’a dönelim.
Musk, yaptığı bu göndermeyle twitter kullanıcılarını, kararı tartışılmaz bir yargıç makamına koymuş oluyor.
Halk ne diyorsa odur, çünkü halkın kolektif kararı ve yargısı mutlak doğrudur, “tanrının” yargısı gibidir diyor.
Peki Musk haklı mı? Gerçekten Halkın sesi Hakkın sesi midir?
Ben o kanaatte değilim.
Çoğunluğun desteğini arkalarında hissettikleri zamanlarda siyasetçilerce sık sık kullanılan bu ifade bence yanlıştır.
Halkın sesi Hakkın sesi falan değildir.
Hiç olmamıştır.
Halk kitleleri nezdinde ne tanrı anlamında "Hak", ne de “adaletin gerektirdiği ve koruduğu kazanımlar” anlamındaki “hak” bir şey ifade eder.
Dünyanın her ülkesinde kitleleri teşkil eden insanların kahir ekseriyeti için asıl mühim olan kendi menfaatleridir. Temel motivasyon kaynakları, onlara istikamet tayin eden ana unsur, sadece bencil çıkarlarıdır. Daha güçlü olma, daha çoğuna sahip olma, ne pahasına olursa olsun başkalarının önüne geçme arzularıdır.
Önemli olan adaletin tesisi değil kendilerine maddi avantajlar sağlamaları, tencerelerini doldurmalarıdır. Bunun başkalarından çalınarak, başkalarının hakkına girilerek sağlanması onları rahatsız etmez.
Kitleler herkes için adil bir sistem talep etmezler. Başkalarını düşünmezler. Kendileri ve yakınları dışındakilerin acılarına karşı duyarsızdırlar. Hatta ezenin, acı çektirenin safında olmaktan haz bile duyabilirler.
Kendilerine ve çocuklarına kimin yüksek maaşlı işler bulacağı, vergi avantajları sağlayacağı, büyük ihaleler vereceği ile ilgilidirler. O işleri hak etmemeleri, o koltuklara oturmak için liyakat sahibi olmamaları, o makamları gerçekten hak edenlerin yerine haksızca yerleştiriliyor olmaları umurlarında değildir.
Prof. Dr. Mustafa Erdoğan hocanın Demokrasi ve Özgürlük başlıklı makalesinde dikkat çektiği üzere “yalın demokrasi” özgürlük için bir tehdittir. Çünkü, halk veya çoğunluk kendi amaçlarını geri kalanların haksızlığa maruz kalması pahasına gerçekleştirmeye kalkabilir. Bu da bazı birey veya grupların özgürlüklerinin bastırılması, haklarının ihlal edilmesi neticesini doğurur.
“Halkın iradesini nihai otorite saymak, cehennemin kapısını aralamak demektir: Halk kitleleri, öteki saydıklarının malını-mülkünü kolayca yağmalayabilir, onları “yanlış inanç ve düşüncelerinden” dolayı eziyet edebilir, hatta “düşman” veya “hain” olarak yaftalayıp linç edebilir.
Halk iradesi veya millî irade kavramı, olgusal bir karşılığı olmayan, zihni bir inşadan ibarettir.
Halk, irade sahibi tekil bir özne, yekpare bir organizma değildir ama yönetici elitler kendi iradelerini güya “Hakk” ile eşitledikleri halkın iradesi gibi pazarlarlar.
Bu üstü kapalı bir “tanrılık iddiasından” başka bir şey değildir.