Özgüvenini bir türlü kazanamayan, ezik kimseler, en güçlü pozisyonlara gelseler, en büyük zenginliklere kavuşsalar bile hayatlarının dizginlerini ellerine alamadıkları hissinden bir türlü kurtulamıyorlar.
İtilmiş kakılmış, haksızlığa uğramış, mağdur edilmiş olma hissini bir türlü üzerlerinden atamıyorlar.
Mütemadiyen yeniden mağdur edilme endişesi taşıyorlar.
Mağduriyet, adeta varlıklarını ve karakterlerini üzerine inşa ettikleri bir temele dönüşüyor.
Hayli marazi bir varoluş şekli bu. Sosyal barışı tehdit eden, toplumun altını oyan bir hayat anlayışı…
Çünkü bahse konu tipler, “ebedi mağduriyetlerinin” kendilerine bir takım sosyal ve hukuki muafiyetler ve “ayrıcalıklar” tanıdığına, toplumun ve devletin kendilerine sürekli bir tazminat ödemesi gerektiğine inanıyorlar.
İstiyorlar ki bir zamanlar uğradıkları haksızlığın bedeli olarak, bol maaşlı devlet görevlerine sorgusuz sualsiz atansınlar. Kariyerlerinde yükselmek için bir çaba göstermeleri gerekmesin. Onlara, rekabet şartları ihlal edilerek el altından ihaleler verilsin. Kendilerine ve yakınlarına haksız rekabet avantajları sağlayacak “istisnalar” yapılsın.
Haksızlıkları başka haksızlıklarla gidermenin doğru olmadığını, bunun yeni travmalar ve yeni mağduriyetler yaratmaktan başka bir işe yaramayacağını görmüyorlar. Yahut umursamıyorlar.
İşin garip tarafı böyle kimseler, artık son derece güçlendikleri, zenginleştikleri, üstün pozisyonlara geldikleri halde “mağduriyet edebiyatı” yapmaktan vazgeçemiyor, vazgeçmek istemiyorlar.
Çünkü mağduriyet temelinde şekillenen “ezik” karakterlerini değiştirmeleri çok zor.
2010-2012 yılları arasında yayınlanan Yahşi Cazibe isimli bir Türk sit-com dizisi vardı. Dizinin en önemli karakterlerinden biri, patron rolündeki sonradan görme babanın cahil, beceriksiz, özenti ve hadsiz kızı Simge’ydi.
Simge karakteri, tam da burada anlatmaya çalıştığım tiplerin iyice karikatürize edilmiş hali, ezikliklerini mağduriyet kılıfına saklamaya çalışanların simgesiydi.
Bu karakterin, seyircinin hafızalarına kazıdığı repliği hatırlayacaksınız: “Mağdurum. Mağdurum da mağdurum!”
Görgüsüzce, müsrifçe bir hayat süren şımarık Simge’nin hallerini, yaşadığı hayatı, kılık kıyafetini, süs köpeğini, sosyetik arkadaşlarını gören hiç kimse onun mağduriyet iddialarını ciddiye alamazdı. Mağdurum şarkısını söylediği her sahne, aslında kendisini istemeden komik duruma düşürdüğü sahnelerdi.
Mağduriyeti, ezikliğine, kindarlığına, kıskançlığına, zalimliğine, merhametsizliğine, görgüsüzlüğüne paravan yapıyor, ne zaman sıkıntıya düşse “mağdurum da mağdurum” şarkısını tutturuyordu.
Mağduriyet “kozu” böyle yerli yersiz kullanıldığında tesirini kaybediyor.
Artık mağdur falan edilemeyecek kadar güçlü olduğunuz ortadayken, kullana kullana yıprattığınız mağduriyet kozunuzun sihirli tesirini korumasını nasıl sağlarsınız?
El cevap: Ne kadar güçlenirseniz güçlenin başa çıkamayacağınız, sizi her daim mağdur etmeyi sürdürecek bir takım karanlık ve şeytani süper güçlere dair masallar uydurarak!
Amerikalılar, İngilizler, Yahudiler, Rothschild, Rockfeller, Soros, Gates, Sabetayistler, Siyonistler, dış güçler, dahili ve harici bedhahlar, masonlar, tapınak şövalyeleri, pakrudiniler, illuminaticiler, kriptolar, ajanlar, küreselciler vs. diye çeşit çeşit “öcüler” bulursunuz.
“Onlar” diye bahsettiğiniz, çok güçlü ama mahiyeti belirsiz, müphem düşmanlar icat edersiniz.
Uydurduğunuz bu adı konulmamış yarı tanrılar ve şeytani gizli örgütler o kadar güçlülerdir ki binlerce yıllık planlar yapıp uygulamaya koyabilir, istedikleri yerlerde ülkeler kurup yok edebilir, istedikleri ülkede istedikleri kişileri istedikleri pozisyonlara getirebilir, istedikleri kişiyi istedikleri anda alaşağı edebilirler. Onların kahredici güçleri karşısında sıradan insanların yapabilecekleri hiçbir şey yoktur!
Böylece hiç bitmeyecek mağduriyetin sihirli formülünü bulmuş olursunuz!
Bu formülün bizde “iş yaptığı” görülüyor.
Komplo teorilerinin toplumumuzda çok kolay kabul görmesi, birçok insanımızın karakterini belirleyen eziklik hissine ve onun sebep olduğu derin özgüven eksikliğine işaret ediyor.