Toplumsal meseleleri biyolojik analojilerle anlamaya çalışmanın, devletleri canlılar gibi doğan, büyüyen ve ölen organizmalar olarak tasavvur etmenin tarihi oldukça eski.
Bu eski yaklaşımı “bilgi toplumuna” uyarlamaya çalışan meşhur “evrimci” Richard Dawkins, 1976 yılında yazdığı “Gen Bencildir” (The Selfish Gene) kitabında, “kopyalanan” anlamına gelen Eski Yunanca “mimeme” kelimesini kısaltarak “meme” (miim diye okunuyor) kavramını icat etmiş.
Nasıl genler, yumurta ve spermin birleşmesiyle bir bedenden başka bir bedene ve “genetik miras” olarak sonraki nesillere aktarılıyorsa “kültürel mirasın” aktarılmasında da bir taşıyıcı unsur olması gerekir fikrinden yola çıkmış.
“Genlerin”, zaman içinde mutasyona uğrayarak farklılaşması gibi, kültürel genler olarak tanımlanan “meme’ler” de kişiden kişiye aktarılırken çoğunlukla ilk halleri ile kalmayıp virüsler gibi “mutasyon” geçirir; insanlar, zihinlerine ulaşan bir meme’i çoğaltırken değiştirir ve öyle yayarlar demiş.
Belli gruplar içinde ortaya çıkan ve nesilden nesle aktarılarak varlığını sürdüren özel tabirlere, şakalara, “meme’lere” en güzel örneklerden biri askerliğe dair kavramlardır.
Askerlik yapan herkes, “şafak kaç”, “bu saatten sonra ben mi yapayım”, “benimle bot mu bağladın”, “adam mı öldürdün” sorularının, “şafak karanlık”, “şafak doğan güneş”, “ses kes şafak dinle” cümlelerinin, “arazi olmak”, “plakaya düşmek”, “şafak sıkıştırması”, “poşet”, “galoş”, “torun”, “dede”, “devrecilik”, “tertipçilik” tabirlerinin anlamlarına aşinadır.
Bu kavramlar -kim bilir belki Osmanlı zamanında beri- askerlik yapan nesiller arasında aktarılmakta, küçük “mutasyonlarla” ve yeni eklemelerle zenginleşmektedirler.
İnternet, bu tür jargonların ortaya çıkabilmesi için gereken yüz yüze iletişim gerekliliğini ortadan kaldırdı.
“Meme” kavramı internetin yaygınlaşmasından önce tanımlanmış olsa da ağ ortamının, özellikle sosyal medyanın sağladığı imkanlarla oluşan “sanal cemaatlere” mahsus jargonlar, şakalar, tabirler üretilip yayılmaya başlayınca bunlara “internet meme” (IM) ismi verildi.
Ülkemiz internet kullanıcıları bu tür paylaşımlara daha çok İngilizce’de “capture” (yakalama) ve “screenshot” (ekran görüntüsü) kelimelerinin birleşiminden türetilmiş “caps” ismini veriyor.
Dijital kültürü anlama konusunda IM’ler yahut caps’ler, ağ ortamında bulunan zihinler arasında taşıdıkları anlamlar ve fonksiyonlar bakımından önem arz ediyor.
Caps’ler, paylaşılan değerler üzerine kuruldukları ve kendilerini “bilmeyenlerin”, “anlamayanların”, “takip etmeyenlerin” dışlanmasına, ötekileştirilmesine, hatta alay konusu olmasına sebep oldukları için insanlara bir tür “cemaat” olma hissi veriyorlar.
Fakat her gün sayısız yeni caps’in üretildiği sosyal medyayı takip etmek ciddi bir alâka ve mesai istiyor.
Belli yaşın üzerinde olan, yahut dijital okur yazarlığı zayıf olan kimseler sosyal medyaya aktif olarak katılım sağlayıp, mahiyetini, bağlamını anlamadıkları paylaşımlara yorum yaptıklarında kendilerini komik duruma düşürebiliyorlar.
İnternette neyin hakikat, neyin yalan, neyin espri olduğunu ayırmak hiç kolay bir iş değil.
Tekinsiz sanal alemin acemi kullanıcıları olan amcalarımız, teyzelerimiz, dedelerimiz, ninelerimiz insanları güldürmek için üretilmiş fotomontajları gerçek zannedip dualar, kalpler, çiçekler, alkışlar eşliğinde paylaşıyorlar.
Sanal âlemin “yerlileri” bunları çoğu zaman merhametli bir tebessümle karşılıyor, büyüklerini utandırmamak için görmezden geliyorlar.
Bir de ihtirasları hala paçalarından sızan, gençliklerinden aşina oldukları kavgaları, sanal alemde sürdürmeye çalışan ihtiyar politikacılar, eski tüfek radikaller var. “Gırgır” için üretildiğini fark edemedikleri “capslerin” üzerine mal bulmuş mağribi gibi atlayıp bunları iddialarına delil olarak kullanırken aslında pek fena “trollendiklerini”, yani kandırıldıklarını, tuzağa düşürüldüklerini kavrayamıyorlar.
Daha yazılacak şeyler var ama yerimiz bitti!
Bu anlattığım durumlara dair güzel bir örneği incelemek isterseniz “Atatürk Yossi Kohen” ifadesini google’layabilirsiniz.