18’inci asrın ortalarından itibaren, endüstri devrimini gerçekleştiren Batılı ülkeler, birçok alanda dünyanın geri kalanının fersah fersah önüne geçtiler.
Batılı devletlere muazzam güç kazandıran en temel, en önemli unsurlardan biri, sanayileşme sürecinde yaşadıkları, “birlikte iş yapma” şekillerindeki çok temel, yapısal değişimdi.
Émile Durkheim 1893’te yayımlanan “Toplumsal iş Bölümü” isimli meşhur eserinde toplumsal dayanışma şekillerini “mekanik” ve “organik” olarak ikiye ayırmıştı.
Sanayileşen Batı ülkelerinin binlerce yıldır sürüp gelen, geleneksel, küçük ölçekteki tarım toplumlarına mahsus mekanik dayanışmayı adım adım terk edip organik dayanışmayı benimsediklerini söylüyordu.
Durkheim’a göre mekanik dayanışmanın hâkim olduğu toplumların birlik ve beraberliği insanların homojenliğine bağlıdır. İnsanları bir arada tutan “harç”, olabildiğince birbirlerine benzemeleridir.
Aynı eğitimi alan, aynı tür işler yapan, aynı inançları paylaşan, aynı şeylerden zevk alan, aynı şeylerden korkan, aynı hayat tarzını paylaşan bireyler kendilerini birbirlerine bağlı hissederler.
O yüzden bu tür toplumlarda sürekli ferdi itirazların ertelenmesi istenir, “birlik, beraberliğe her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulan” günlerin bir türlü ardı arkası gelmez.
İş bölümünde önce kan bağı (aile ve akrabalıklar), sonra ortak hayata zemin teşkil eden mekân (köy, kasaba) belirleyicidir. Nepotizm bu yapısal gerçeğin doğal -ve kaçınılmaz- bir neticesidir.
İnançlar çok kuvvetlidir. Ortak toplumsal bilinç kutsanır. Bir bütün olarak topluma ve toplumun çıkarlarına aşırı -hatta ilahi- değerler atfedilir.
Herkes benzer işler yaptığından, uzmanlaşma söz konusu değildir. Bu bireyin önem kazanmasının önüne geçer. Neticede bireyler duvardaki herhangi bir tuğladan başka bir şey değildir: Gerekirse yerine bir başkası yerleştirilmek üzere gözden çıkarılabilecek, kırılıp atılabilecek önemsiz bir parça!
Sanayileşme süreci, bu tabloyu değişmeye zorlamıştır.
Köyde sanayi olmaz.
Büyük fabrikaların ihtiyaç duyduğu insan gücünü ancak kalabalık şehirler sağlayabilir.
Sanayi toplumu için nitelikli eğitim ve ihtisaslaşma şarttır. Köy yerinde hemen herkes harman savurabilir yahut toprağı belleyebilir ama bir otomobil fabrikasında iyi yetişmiş, alanında uzmanlaşmış fizikçilere, kimyacılara, elektrik-elektronik mühendislerine, bilgisayar mühendislerine, endüstri mühendislerine, endüstriyel tasarım mühendislerine, muhasebecilere, finansçılara, hukukçulara ihtiyaç vardır.
Durkheim’ın bu yeni dayanışma modeline “organik” ismi vermesi bundandır.
Nasıl vücudumuzun belli fonksiyonları icra edebilmesi için elimiz, ayağımız, ağzımız, burnumuz gibi özelleşmiş “organlara” ihtiyacı varsa, sanayi toplumunun da uzmanlaşmış bireylere, gerçek meslek sahiplerine ihtiyacı vardır.
Sanayi toplumunda bireyler, gözden çıkartılabilir, önemsiz figüranlar olmaktan çıkıp toplumsal yapıda önemli fonksiyonlar icra eden aktörler hâle gelirler.
Sahip olunan “bilgi” geometrik olarak artmaktadır ve artık kimse eldeki insanlık bilgisinin künhüne vakıf olamaz. O yüzden belli alanlarda uzmanlaşmaktan başka yol yoktur.
Öte yandan uzmanlaşan bireylerin belli noktalarda derinleşerek elde ettikleri bilgiler de tek başına işe yaramaz.
Bu bilgilerin başka uzmanların bilgileriyle birleştirilmesi gerekir.
Birlikte iş yapabilmek, takım oyunu oynamak şarttır.
Farklı uzmanlık sahiplerinin bir araya getirilerek uyum içinde birbirleriyle çalışabilmesi için standartlar ve uzmanların birbirleriyle çalışabileceği platformlar oluşturulur, beraber iş yapma usulleri tespit edilir.
Uzmanların hukukunun korunması için gereken yasal altyapı kurgulanır.
Müesses nizama alternatifler önerenler -bastırılmak şöyle dursun- teşvik edilirler.
Toplum karşısında fert kıymet kazanır, uzmanlığa saygı ve itibar gösterilir.
Biz henüz bu noktadan uzaktayız. Almamız gereken daha çok mesafe var.
Bu temel yapısal değişiklikleri yaşamadan, “ferdi” duvardaki diğer bir tuğla olmanın ötesine taşımadan Batı ile rekabet edebilmek mümkün görünmüyor.