Zihniyeti, bir ferdin veya grubun dünyayı algılama, yorumlama ve anlamlandırma şekli, inanç, değer, varsayım ve davranış kalıplarının tümü olarak tanımlayabiliriz.
Çevremizde olup bitenlere nasıl tepki verdiğimizi, hangi bilgiyi önemsediğimizi, hangi davranışları uygun gördüğümüzü ve hangi hedefleri kovaladığımızı zihniyetimiz belirliyor.
Zihniyetimiz üzerinde doğuştan getirdiğimiz özelliklerimizin etkisinden bahsetmek mümkün olsa da, ona asıl şeklini veren büyüdüğümüz çevre ile etkileşimlerimiz.
Zihniyetimiz, ailemiz, kültürümüz, yaşadığımız deneyimler ve eğitimimizle şekilleniyor.
Mesela, sürekli yaptığı hatalar acımasızca yargılanan, aşağılama konusu yapılan, başarısızlık korkusuyla büyüyen çocuklar “hata yapma endişesine odaklı” bir zihniyet geliştiriyorlar.
Başarısızlıkları önemli tecrübeler gibi görülen ve hatalarından ders çıkarıp yoluna devam etmesi telkin edilen çocuklar ise “gelişime açık” bir zihniyete sahip oluyorlar.
Yoksul, güçsüz, hayata tutunma çabası veren bir ailede yetişen çocuklar dünyayı “vahşi bir paylaşım kavgasının arenası” olarak görürken, daha müreffeh ortamlarda yetişenler hayatı “keşfedilecek güzellikler manzumesi” olarak algılayabiliyorlar.
Yukarıdaki misaller, zihniyetin “öğrenilen bir şey” olduğunu, dolayısıyla sabit, statik, katı, değişmez falan olmadığını gösteriyor.
Yakın çevremizden tevarüs ettiğimiz zihniyet, bazen marazi bir zihniyet olabiliyor.
Dünyaya ve hayata hastalıklı bir bakışla bakmak kısacık ömürlerimizi zehirliyor.
Zihniyetimizi değiştirmek için zihnimizi tıpkı bir kas gibi eğitebileceğimizi, esnetebileceğimizi ve yeni düşünce kalıpları geliştirebileceğimizi unutmamamız gerekiyor.
Hayatımız boyunca yaşayıp gördüklerimiz, edindiğimiz tecrübeler, yeni bilgiler ve farklı bakış açıları zihniyetimizi zaten tedricen değiştiriyor.
Zor olan, zihniyetimizdeki problemlerin farkına vararak bu değişimin dizginlerini ele almak.
Kendi düşünce kalıplarımızın farkında olarak zihnimizi esnetmek ve yeni perspektifler kazanmak için çaba göstermek, bizi daha başarılı, mutlu ve adapte olabilir bireyler haline getirebilir.
Elbette bu kolay bir süreç değil.
Zihniyet değişimi, tırtılın kelebeğe dönüşümü gibi, zaman ve emek istiyor.
Yeni fikirlere açık olmak, kendimizi sorgulamak, eleştirel düşünme becerimizi geliştirmek; bu dönüşümün olmazsa olmazları.
Kendimizi içinde mahpus bulduğumuz zihniyet zindanının duvarlarını yıkıp, yeni bir bakış açısı inşa etmek için yeni fikirlere açık olmamız, kritik düşünme becerileri geliştirmemiz ve kendimizi, çevremizi, değerlerimizi, bilgilerimizi sorgulamayı öğrenmemiz gerekiyor.
ihniyet değişimini etkileyen birkaç faktör var:
Bunları ilki yaş. Gençlerin zihniyetleri daha esnek. Gençler yeni tecrübe ve bilgilere daha açık olma eğilimindeler. Yaşadıkları uzun yıllar boyunca zihniyetleri katılaşmış (hatta betonlaşmış) olan ihtiyarlar, değişime karşı daha mukavimler.
İkincisi kültür. Farklı kültürler farklı zihniyetleri besliyor. Mesela, kolektivist kültürlerde yetişen insanlar, kendilerini hür, bağımsız, nevi şahsına münhasır bireylerden ziyade toplumun uyumlu bir parçası gibi gördükleri bir zihniyet geliştirmeye daha mütemayil oluyorlar.
Üçüncü faktör eğitim: Yeni bilgiler ve beceriler edinmek, mesela bir yabancı dil öğrenmek, bir kişinin zihniyetini tamamen değiştirebiliyor.
Dördüncü faktör ise yaşananlar, şahsi tecrübeler. Ani içtimai, siyasi ya da iktisadi değişimler, başa gelen felaketler, göçler, bir kişinin değerlerini ve inançlarını sorgulayıp yeni bir zihniyet benimsemesine yol açabiliyor.
Zihniyetimiz değiştikçe, dünyayı farklı bir açıdan görmeye başlıyor, yeni davranış kalıpları geliştiriyor ve hayatımızda farklı seçimler yapmaya başlıyoruz.
Zihniyet değişimi çoğu kimseye ürkütücü geliyor.
Bizimkisi gibi kolektivist toplumlarda bu tür değişimler, “yoldan çıkmak”, “yolunu şaşırmak”, “sapıtmak”, “kafası karışmak” olarak yaftalanıp ayıplanıyor.
Ama mevcut zihniyetimizin bizi getirdiği yerin hiç de parlak bir yer olmadığı ortada.
Hem bireysel, hem toplumsal seviyede zihniyet devrimlerine ihtiyacımız var.