Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nun “sosyal atalet” kavramından daha önce başka bir yazımda bahsetmiştim.
Sosyal atalet kavramı, sosyal sistemlerin ve kalıpların değişime direnme ve mevcut denge durumlarını koruma eğilimini tanımlıyor.
İnsana, topluma, ilişkilere dair her şey sürekli olarak ve büyük bir hızla değişiyor.
İnsanlar, her geçen gün yeni birisiyle karşılaştığı “alışılmamış” fikirleri, uygulamaları veya normları benimseme konusunda kolektif bir isteksizlik veya direnç gösteriyorlar.
Gelişmelerin sunduğu fırsatlar bile bu isteksizliği aşmaya yetmeyebiliyor.
Sosyal atalet, gelenekler, kurumsal yapılar ve psikolojik önyargılar da dahil olmak üzere çeşitli faktörlerden kaynaklanabiliyor ve genellikle sosyal reform veya yeniliği hayata geçirme çabalarını zora sokuyor.
Freud'un psikanaliz teorisine göre erken çocukluk döneminde yaşanan tecrübeler ve öğrenilen bilgi ve davranışlar, kişiliğin temelini oluşturuyor. Çocuklukta edinilen bilgiler ve öğrenilen inançlar, kişinin zihninde kök salıyor. Bütün bunlar bilinçdışında depolandığından bunlara doğrudan erişmek ve onları değiştirmek çok zor oluyor. İnsanlar çocukluklarında belledikleri davranış kalıplarını tekrar etme eğiliminde oluyorlar.
O yüzden, erken yaşlarda öğrenilmiş davranış ve inanç kalıplarının sorgulanması hayli zor.
Çoğu insanın tabiatı böyle…
Ama gel gör ki bir yandan da tarihte daha önce görülmemiş ölçekte bir değişim ve gelişim süreci içindeyiz.
Teknolojik ilerlemeler binlerce yıllık alışkanlıklarımızı alt üst ediyor, bizi tanımadığımız iklimlere çekiyor.
Ama tetikleyicisi olmadığımız değişimlerin mahiyetini kavramakta güçlük çekiyoruz.
Maruz kaldığımız yenilikler karşısında kolayca ürküyor, endişeye ve telaşa kapılıyoruz.
Böyle olunca ilk tepkimiz, o aşinası olmadığımız yeniliklerden kaçınmak, kendimizi onlardan izole etmek istikametinde oluyor.
Anlamadığımız ölçüde ürktüğümüz yenilikler karşısında “çocuklarımızı korumak” da öne çıkan diğer bir refleksimiz.
Çocuklarımızın, neyin iyi neyin kötü olduğunu bilemeyeceklerini, o yüzden de kendilerini koruyamayacaklarını düşündüğümüzden, yeni olan birçok şeyi şeytanlaştırarak yasaklıyoruz.
1930 - 1960 arası doğan neslin bir kısmı için “romanlar”, Batının ahlakımızı bozmak için ürettiği, çocuklardan uzak tutulması gereken tehlikeli şeylerdi.
1960 - 1980 kuşağında romanın yerini çizgi-romanlar aldı. Çocukları “Teksas-Tommiks” okumasın diye uğraştı anne babalar.
Daha sonraki zamanlarda ebeveynler çocuklarını, foto-romanlardan, televizyon dizilerinden, atari salonlarından, bilgisayarlardan “korumaya” çalıştılar!
Günümüzde bunlar artık tehlikeli görülmüyor!
Bugün çocuğumuzun elinde bir roman görsek sevinçten şapkamızı havaya atarız.
Günümüzün popüler tehditleri: Sosyal medya platformları, mesajlaşma uygulamaları ve online oyunlar.
Ülkemizde daha önce çeşitli zamanlarda Wikipedia, Youtube, Instagram, Ekşi Sözlük gibi platformlar yasaklanmıştı.
Şimdi, küçük çocukların istismarına yol açabilecek şekilde kullanılabileceği gerekçesiyle popüler online oyun platformu Roblox'a erişim engellendi.
Tarih tekerrürden ibaret.
Yasaklar koyarak, kafamızı devekuşu misali kuma gömerek değişimi durdurabileceğimize inanıyoruz.
Bu endişeler geçmiştekiler kadar anlamsız.
Bilgiye erişimin bu kadar kolay olduğu, VPN gibi araçlarla coğrafi engellerin rahatlıkla aşılabildiği bir dönemde, herhangi bir platformu yasaklamanın işe yaramayacağını anlamıyor “ihtiyarlar”.
Çocuklar, eğer isterlerse, Roblox'a başka yöntemlerle ulaşmanın yolunu bulacaklardır.
Üstelik, bu durum, onları daha gizli ve kontrolsüz ortamlara yönelterek daha büyük risklerle karşı karşıya bırakacaktır.
İnternet, günümüzde yalnızca eğlence ve iletişim amacıyla kullanılmıyor. Aynı zamanda eğitim, öğrenme, çalışma, haber alma ve hatta ticaret gibi hayati faaliyetler için de vazgeçilmez bir platform haline gelmiş vaziyette.
Bu nedenle, herhangi bir kısıtlama getirilmeden önce, getirilecek kısıtlamanın neticelerinin iyice göz önünde bulundurulması ve gelişimin yasaklarla durdurulamayacağının akıldan çıkarılmaması gerekiyor.