Yurt dışına çıktığınızda, günlük hayatınızda benimsemiş olduğunuz, hatta varlığını unuttuğunuz birçok pratiği tekrar sorguluyorsunuz.
Yurt dışında yaşamayı ilk olarak henüz Türkiye’de hiçbir yabancı televizyonun seyredilemediği yıllarda tecrübe etmiştim.
Gittiğim yerde, yabancı ülkelerin televizyon kanalları arasında merakla gezindiğimi hatırlıyorum.
Bu kanallardan hiçbiri bizdeki gibi, önde resmi geçit yapan askerlerin görüntüleri, arkada İstiklâl Marşı ile açılmıyordu.
Yabancı iş arkadaşlarımın -bizim o zamanlar tek uluslararası kanalımız olan- TRT INT’teki açılış görüntülerini görmelerini istemezdim.
Bugün Kuzey Kore televizyonuna baktığımızda ne düşünüyorsak muhtemelen onlar da bizim hakkımızda öyle düşünüyorlardı.
O günlerde ilkokullarımızda hâlâ siyah önlük, beyaz yaka mecburiydi.
Sabahları önlüksüz, rengarenk kıyafetleri içinde okula giden çocukları görmek şaşırtmıştı beni.
Üstelik çocukların her sabah asker nizamında sıra olup, hep bir ağızdan bir yemini tekrarlamaları da gerekmiyordu.
Doğrudan sınıflarına gidip derslerine başlıyorlardı ve her gün “doğru” ve “çalışkan” olduğunu haykıran bizlerden çok daha dürüst ve çalışkan insanlar olarak yetişiyorlardı.
Bizdeki o yemin, George Orwell’in meşhur “Hayvan Çiftliği” romanındaki şu satırları çağrıştırırdı hep:
Snowball, sonunda, Yedi Emir’in aslında tek bir özdeyişe indirgenebileceğini açıkladı. Yedi Emir, bal gibi, “dört ayak iyi, iki ayak kötü” özdeyişine indirgenebilirdi. Snowball’a bakılırsa, bu özdeyiş, hayvancılığın temel ilkesini içeriyordu. Bu temel ilkeyi iyice kavramış olan herkes insanoğlunun zararlı etkilerinden korunabilirdi. Tüm hayvancıklar, yeni özdeyişi ezberlemeye koyuldular Ambarın duvarına, Yedi Emir’in yukarısına, üstelik daha büyük harflerle DÖRT AYAK İYİ, İKİ AYAK KÖTÜ yazıldı.
…/...
Gerçi güçlüklerin ardı arası kesilmiyordu, ama hayvanlar artık eskisine göre çok daha onurlu yaşadıklarını düşünerek bir ölçüde avutuyorlardı kendilerini. Daha çok şarkı söyleniyor, daha çok konuşma yapılıyor, daha çok tören düzenleniyordu. Napoléon, haftada bir, Hayvan Çiftliği’nde verilen savaşımları ve kazanılan zaferleri kutlamak amacıyla Kendiliğinden Gösteriler düzenlenmesini buyurmuştu. Hayvanlar, belirlenen saatte işi bırakıyor, çiftliğin çevresinde askeri düzende yürüyüşe geçiyorlardı: en önde domuzlar, onların arkasında atlar, sonra inekler, koyunlar, en arkada da kümes hayvanları... Köpekler geçit alayının iki yanında yürüyor, Napoléon’un siyah horozu da başı çekiyordu. Üzerinde hayvan ayağı ve boynuz resmi bulunan, “Yaşasın Napoléon Yoldaş!” yazılı bir bayrağı her zaman Boxer ile Clover taşıyorlardı. Daha sonra, Napoléon’un onuruna yazılmış şiirler okunuyor, ardından Squealer gıda maddeleri üretimindeki son artışları ayrıntılarıyla açıklayan bir konuşma yapıyor, zaman zaman da bir el silah atılıyordu. Kendiliğinden Gösteriler’in en büyük tutkunu koyunlardı; içlerinden biri vakit kaybettiklerinden ve soğukta dikilip durmaktan başka bir şey yapmadıklarından yakınmaya kalksa (bazı hayvanlar, gerçekten de, domuzlar ve köpekler ortalıkta görünmediği zamanlar yakınıyorlardı), koyunlar o saat bir ağızdan, “Dört ayak iyi, iki ayak kötü!” diye avazları çıktığı kadar meleyerek onu susturuyorlardı. Ama hayvanlar bu törenlerden genellikle hoşnuttular. Ne de olsa, kendi kendilerinin efendisi olduklarının ve yalnızca kendi yararları için çalıştıklarının anımsatılması, yüreklerini ferahlatıyordu. Böylece şarkılarla, tören alaylarıyla, Squealer’ın sıraladığı rakamlarla, tüfeğin gümbürtüsüyle, horozun ötüşleriyle ve bayrağın dalgalanışıyla, ara sıra da olsa, açlıklarını unutabiliyorlardı.
Ekonomik sıkıntıların yanı sıra askeri vesayetin, toplum mühendisliği çabalarının ve zorbalığın yoğunlaştığı o karanlık yıllar geride kaldı, çok şükür kendimizi cendereden kurtarmayı başardık diye sevinirken bir de baktık ki o meş’um “dört ayak iyi, iki ayak kötü” sloganı derinden derine yeniden işitilmeye başlamış.
Erken sevinmişiz anlaşılan.
Ruhlara sinmiş karanlıktan, kafalarda taht kurmuş cehaletten kurtulmak öyle kolay değilmiş.