Matrix serisinin son filmi “Matrix Resurrections”, ilk filmden yaklaşık yirmi iki sene sonra vizyona girdi. Filmi görenler her ne kadar birçok olumsuz kanaat dile getirse de ben bu son filmin de öncekiler gibi, çok önemli felsefi sorgulamaları, girift fikirleri aksiyonla harmanlayarak anlatabilmiş çok iyi bir film olduğunu düşünüyorum.
Her şeyden evvel, bugünün “dijital devrimini” o kadar yıl önceden haber veren, ta o zamanlardan metaverse’ün ne menem bir şey olabileceğine dair ipuçları sunan filmin hayret verici derecede isabetli "kehanetini" bir kez daha takdir etmemiz gerekiyor.
Wachowski kardeşler, 1999’da henüz Facebook, Twitter, Instagram, LinkedIn, Flickr, Reddit, Tumblr, Pinterest, Twitch, Snapchat, Vine, Discord, TikTok, Clubhouse gibi sosyal medya platformlarının bir tanesinin bile esamisi okunmazken, sanal etkileşim ağlarının nasıl bir gün hayatımızı belirler haline geleceğini, bizleri nasıl esir edeceğini öngörmüşlerdi. Hatta bu platformların nasıl bizzat bizim ürettiğimiz içeriklerle, yani bizim enerjimizle var olacağını “pil insanlar” metaforuyla anlatmışlardı.
Önceki filmlerin çevresinde dönüp durduğu, hayata dair çok temel felsefi sorgulamalar bu filmde de odaktaki yerlerini koruyor:
1. Hür irade diye bir şey var mıdır? Seçim bir illüzyon mudur? Hayatımızın direksiyonu gerçekten elimizde midir yoksa rüzgârda savrulan kuru yapraklar misali "kaderin" yahut “yapının” oradan oraya savurduğu biçare nesneler miyiz?
2. Var oluşumuzun bir amacı var mıdır? Varsa nedir? Ömrümüzü, kendimizi inandırdığımız hikayelerde, hiçbir hakikate tekabül etmeyen, başkalarınca kurgulanmış amaçlar peşinde mi tüketiyoruz? Amaçsız bir var oluş sürdürülebilir midir?
3. Hakikat nedir? Tamamen zihinlerimizde inşa ettiğimiz bir hayal, inanmayı seçtiğimiz bir kurgudan mı ibarettir yoksa insan zihninin dışında, ondan bağımsız bir “hakikat” var mıdır?
İlk filmlerin çekildiği zamanlar, post modern düşünürlerin “yapı” karşısında “aktörü” öne çıkartmalarının, toplumun, tarihin, ekonominin nesneleştirdiği insanı bir özne olarak güçlendirme çağrılarının, “yapı bozumu” gayretlerinin alkışlandığı zamanlardı.
Fakat “yapıları” hak ile yeksan etmenin dehşetli yan etkisi “amacın” da ortadan kalkması oldu!
Tek tek bireylerin zihinlerinde inşa edilen “sübjektif gerçeklik nüshalarından” başka gerçeklik yoktur fikri benimsenince, uğrunda yaşamaya, kavga vermeye değecek, “benden öte, benden ziyade” ne varsa reddedilmiş oldu.
Son filmde, modernitenin “demir kafesinden” bunalmış insanlara bir zamanlar pek cazip gelen post modern fikirler sorgulanıyor.
Neo, Niobe’ye “hürriyetime daha yeni kavuşmuşken beni yeniden mi hapsedeceksin” diye sorarken aslında insanlığın, nihayet hürriyetine kavuştuğuna sevinirken kendini içinde buluverdiği yeni zindana: Post modernitenin “sanal kafesine” yahut “siber hapishanesine” bir gönderme yapıyor.
Resurrection “diriliş” demek.
Üçüncü filmde ölen Neo ve Trinity’nin yeniden “diriltildiği” bir film için uygun bir isim.
Ancak onların şahıslarında diriltilmeye çalışılan çok daha önemli başka bir şey daha var: Umut!
Artık savaşmayı bıraktım diyen Neo’nun, insanları kurtarmak yerine portakal yetiştirmeye karar veren Niobe’nin, artık en büyük çılgınlığı “simulatte” kafesinde cortado ısmarlamak olmuş Trinity’nin yeniden uğruna savaşacak bir “amaca” kavuşması anlatılıyor.
Bu arada Trinity’nin -kelime anlamı itibarıyla- dini inancı simgelediğini özellikle hatırlamamız lazım.
Önceki filmlerde Neo uçuyor, Trinity ölüyordu.
Artık kim olduğunu hatırlayan Trinity uçuyor! Hatta sadece uçup kendini kurtarmıyor, düşen Neo’yu da elinden tutup kurtarıyor.
Çünkü büyük aşkları onlara yeniden bir “amaç” tanımlıyor.
Film, yeni bir mücadelenin işaret fişeğini yakmaya çalışıyor.
Bakalım, şuurumuzu kuşatan duvarların farkına varmak, bize “amacımızı” tekrar kazandıracak mı?
Varlığımızın bir kurgudan ibaret olmadığını gösterecek mi?
Nefsimizin “ötesinde” bir “hakikat” olduğu gerçeğini hatırlatacak mı?
Bakalım, üzerimizdeki ölü toprağını silkeleyip, Matrix’in zihinlerimize vurduğu prangaları kırabilecek miyiz?