…bizim askerler, teker teker, fert olarak, dikkate değer birer varlık olmaktan ziyade, bir topluluk, bir küme unsuru idiler. Bu küme, bu toplum içinde her şeye kolayca ayak uydurabiliyorlardı. Fakat bunlardan herhangi biri topluluktan ayrılıp da tek başına kaldığı zaman, kendi teşebbüs kudretiyle, müstakil bir hareket yolu tayininden hemen daima aciz kalırdı. Topluluk içinde, yahut da toplulukla ilgili işlerde daima, tabi olacağı, arkasından gideceği bir önder arardı. Bu hal, harbin kıta içinde idaresine sık sık tesir ederdi. Çavuşunu, subayını, yahut kendini idare edeni kaybeden bir asker topluluğu kolayca dağılabiliyordu. Tehlikeli zamanlarda bir birlik, dikkatle yayılacağı ve birbirinden açılacağı yerde, bilakis birbirinin üzerine ve hemen daima, kendini idare edenin bulunduğu tarafa toplanmak, yığılmak meyli gösteriyordu.
Tek başına kalan askerin toplumla olan ilgisi hızla silinirdi. Bunlardan biri, örneğin bir yolun ağzında, bir kayanın başında, tek başına nöbete bırakıldığı zaman derhal kendi öz benliğine dalardı. O zaman bir an içinde, birlik disiplinin hemen dışına çıkardı. ../.. Bir topluluk içinde ve bozulmayan bir kumandan altında her şeyi yaptırabileceğiniz bir insanın, tek başına kalınca, toplum duygusundan bu kadar uzak oluşu, insanı şaşırtan bir haldi. Burada belki harbin sebep olduğu talim ve terbiye noksanının da etkisi vardı. Ama topluluk içinde var oluş, Anadolu halkının her halde öz bir vasfı idi. (Sayfa 108-109)
Aydemir’in Türk askerlerinin hallerine dair gözlemlerini gelin, maddeler hâlinde yazalım:
l Tek başına kalmaktan, karar vermekten, inisiyatif almaktan korkma, çekinme.
l Sorgusuz sualsiz içinde bulunduğu grupla birlikte hareket etme.
l Sürekli bir vasiye, lidere, “büyüğe” ihtiyaç hissetme.
l Ne yapacağına, nasıl davranacağına kendi başına karar verememe.
l Korkunca derhal koruyucusunun etekleri altına sığınmaya çalışma.
l Yalnız kalınca ne yapacağını bilememe, dağılma.
Dikkat ederseniz bunlar, yetişkinlerden ziyade “küçük çocuklarda” gözlemlenen haller.
Aydemir’in insanımızla ilgili tespitleri, geçerliliğini bir asır sonra hala koruyor.
Pek çok insanımız,
l “yetişkin ve bağımsız bir birey olmakta” zorluk çekiyor.
l kendisini bir fert olarak değil bir “topluluk unsuru” olarak tanımlıyor,
l varlığını, ait olduğu sosyal grubun isimsiz bir neferi olmak üzerinden anlamlandırıyor,
l aklıyla değil, hisleriyle hareket ediyor.
Her normal çocuk eninde sonunda yetişkin olur, büyüklerine bağımlılıktan kurtulup, kendi ayakları üzerinde durduğu bir hayat kurar.
Fakat maalesef bizim çocuk milletimiz bir türlü çocukluk çağını aşıp yetişkinliğe geçemiyor.
Sürekli bizi çekip çevirecek bir lider, bizim yerimize karar verip sorumluluk üstlenecek bir vasi, doğruyu güzeli bizim yerimize düşünüp bulacak bir veli, tehlikeler karşısında bizi koruyacak bir hami arıyoruz.
Aradıklarımızı vaat edenlerden en çok güven veren hangisiyse onun eteklerine yapışıyoruz.
Ama bu “bitmeyen çocukluk hâli”, bizi istismara açık hale getiriyor.
Tıpkı büyüklerince istismara uğrayan küçük çocuklar gibi kendimize yapılan kötülüğü kavrayamıyor, istismarcımıza itiraz edemiyor, ondan kurtulamıyoruz.
“Çocukluk halini” silkeleyip üzerimizden atmaya, bizi istismar eden büyüklere dur demeye cesaretimiz yok!
O yüzden, istismara uğradığımızı fark etsek bile ses çıkaramıyoruz.
Mevcut olanın yerine geçecek başka “babalardan” daha çok istismar görmekten korkuyoruz.
O yüzden statükoya sarılıyoruz.
Uğradığımız istismarları kardeşlerimizin uslu çocuklar olmamasına bağlıyor, dövse de sövse de, aç bıraksa da babamızın en iyi baba olduğuna kendimizi inandırıyoruz.
Şüpheye düşecek gibi olduğumuzda peri masallarıyla kandırılıp avutuluyoruz.
Masallar işe yaramazsa öcü hikayeleriyle korkutulup hizaya sokuluyoruz.
Buna artık bir son vermemiz lazım.
Daha fazla istismar edilmemek için bu “çocukluk” hâlimizin farkına varmaya mecburuz.
Yetişkinliğe geçmenin vakti geldi de geçiyor.