Sosyolojinin kurucu babalarından Max Weber’in, kendisi gibi bir Alman düşünür olan Friedrich Schiller’den ödünç alarak kullandığı 'entzauberung', modernleşen batı toplumlarında görülen kültürel rasyonelleşmeyi ve eski inançların zayıflayıp kaybolmasını işaret eden bir kavram.
Türkçemize “büyü bozumu” diye çevrilmiş.
Weber, yirminci asrın başlarındaki tespitlerine dayanarak modernleşen batılı toplumlarda bilimsel kavrayışın inançlara dayalı kavrayışlardan daha çok itibar gördüğünü, dünyanın “kocaman büyülü bir bahçe” gibi algılandığı geleneksel toplumun muğlak ve göreceli hedeflerinin yerini akılcı, ölçülebilir maddi hedeflerin aldığını söyler.
Modernleşen insanın, hayatını bir takım esrarengiz, öngörülemez, büyülü güçlerin şekillendirdiğine dair inançlarının zayıflaması aynı zamanda dünyanın “sihrini kaybetmesi” anlamına gelir.
Artık başlarına gelen olumsuzlukların cinlerden, perilerden, kötü ruhlardan, insan üstü güçlere sahip büyücülerden kaynaklandığına inanmayı bırakan insanların yardım için tabiat üstü kabiliyetleri olduğuna inanılan kurtarıcılara (büyücülere, rahiplere, azizlere, mesihlere) ve onların sihirli formüllerine (muskalara, özel dualara, koruyucu sembollere, tılsımlı takılara vs.) başvurmaktan vazgeçtikleri görülür. Olan her şeyin mantıklı bir açıklaması olmalıdır. Yapılması gereken, o mantıklı açıklamayı bulmak ve olumsuzluklara sebep olan her neyse onu ortadan kaldırmaktır. Müspet ilimlerle uğraşanların bu noktada büyücülerden çok daha faydalı olacağı aşikardır.
Weber’in tespitlerini şimdilik böylece bırakıp, biraz da ondan yaklaşık yarım asır sonra doğmuş olan Amerikalı düşünür Walt Whitman Rostow’un “modernleşme teorisinden” bahsedelim.
Rostow’un formüle ettiği modernleşme tezine göre tüm toplumlar -tıpkı insanlar gibi- çeşitli kültürel olgunlaşma safhalarından geçerler. Bu safhalar her toplum için aşağı yukarı aynıdır. Hiçbir alternatif veya kestirme yol yoktur. Bu gelişme safhalarından biri olan modernleşme sürecinden ilk olarak İngiltere, Amerika, Fransa ve Almanya gibi ülkeler geçmiş, Japonya ve Rusya da onları takip etmiştir. Geri kalan ülkeler de ama bugün ama yarın bu kervana katılacaktır.
Yani “batılılaşmadan modernleşmek” mümkün değildir.
Rostow’un tezi, elektronik iletişim devrimi öncesinde, günümüze nispetle daha rahat eleştirilebilirdi. Farklı kültürlerin kendi izole dünyalarında alternatif bir gelişim modeli üretebilecekleri ileri sürülebilirdi. Fakat gelişen iletişim teknolojileri, dünyada herhangi bir kültürün -Arnold Toynbee’nin tabiriyle- zealot’ça bir karşılık geliştirebilmesine imkân bırakmadı.
Kitlesel ölçekte, tarihte eşi benzeri görülmemiş dozda batıya maruz kalma hali, eskiden olsa belki asırlara yayılacak dönüşümlerin on yıllar içinde gerçekleşmesine sebep oluyor.
Son otuz yılda yaşadığımız derin krizlerin de batıya aşırı maruziyetin tetiklediği “büyü bozumu” sürecini hızlandıracağını görmek için kâhin olmaya gerek yok.
Büyübozumu sürecine yaptığı katalizör etkisi açıkça görülen krizlerden birisi, büyülü hikayeler üzerine kurulmuş mesiyanik bir dini cemaatin, güçlendiğinde bir ejderhaya dönüşmesi ve kanlı bir darbe girişimi neticesinde tasfiye edilmesiydi.
Altının pek de dolu olmadığı sonradan anlaşılan duygusal tarih spekülasyonlarından ve kitlelerce itibar gören komplo teorilerinden hareketle, mutasavver ve müphem düşmanların karşısına dikilip, adaletsizliklere ve zulme son verme, “medeniyetimizin değerlerini” ihya ederek “toplumsal tefessühü” durdurma, sancağımızı düştüğü yerden kaldırma iddialarıyla mutlak iktidarı elde edenlerin artık gizlenemeyen büyük başarısızlığı “büyü bozumunu” hızlandıran diğer bir kriz.
İnternet sayesinde artık neredeyse her ay yeni bir tanesinden haberdar olduğumuz, bazı şeyhlerin müritlerini maddi-manevi istismar etme hikayeleri de aynı türden krizlere örnek gösterilebilir.
Bu üst üste gelen krizler, atalarımızdan tevarüs ettiğimiz inançların çoğunu yitirmemize yol açacak.
Bakalım bu “büyü bozumu” sürecinin iyice derinleştireceği “anomi” hali ile nasıl başa çıkacağız.