Yapay zeka çağını, dünyadaki sosyal, bilimsel, ekonomik, teknolojik gelişmelere adapte olamamış, kendi iç çekişmeleriyle uğraşırken geri kalmış bir ülke olarak karşıladık.
İki asırlık modernleşme maceramıza baktığımızda demokrasi, hukukun üstünlüğü, laiklik, insan hakları, eşitlik gibi konularda mesafe katetmek şöyle dursun geriye gittiğimiz bile söylenebilir.
Şöyle biraz geri çekilip geldiğimiz noktaya baktığımızda hiç iç açıcı bir tablo karşılamıyor bizi.
Ülkelerin gelişmişlik durumuna göre sıralandığı bir çok listede en alt sıralardayız.
Üretim kapasitemizi bir türlü tüketimimizi karşılayıp geçecek seviyeye yükseltemedik.
İleri teknolojili, yüksek katma değerli ürünler üretip ihraç etmeyi başaramadık.
Bunun için gereken adalet, eğitim ve sanayi reformlarını yapamadık.
İhracatımızı ithalatımızı karşılayacak kadar arttıramadığımız için bütçemiz hep açık verdi.
Bu açığı başka ülkelerden aldığımız borçlarla kapatmaktan başka çaremiz yoktu.
Borçlarımız biriktikçe birikirken bu borçları nasıl ödeyeceğiz diye düşünmeyi reddettik.
Bir zamanların süper gücünün torunları olarak ayağımızı yorganımıza göre uzatmamayı gurur meselesi yaptık.
Hükumetlerimiz sanki hiç geri ödemeyecekmiş gibi aldıkları borçlarla yaptıkları yolları, köprüleri, hastaneleri, stadyumları, hava meydanlarını bize başarılı icraatları olarak sundular.
Biz de bu borçla yapılan inşaatları “dirilişimizin” nişanesi sayıp coşkuyla bağrımıza bastık.
Halbuki bu borçlar dirilişimizi sağlayacak üretim hamleleri için kullanılmamışlardı, üretim alt yapıları kurmak şöyle dursun, tüketimi körükleyecek projelere harcanmışlardı.
Yol köprü yapınca bunların üzerinde gidecek otomobilleri, hava meydanı yapınca inip kalkacak uçakları ve bunlar için gereken enerjiyi de -daha da çok borçlanarak- ithal etmemiz gerekiyordu.
Sürekli, gelecek nesillerin ödemek zorunda kalacağı ağır borçlar alarak halka konfor sunan popülist iktidarlar, güya makus talihimizi yendiğimiz “paralel bir sanal gerçeklik” inşa ettiler.
Bunun geçici bir illüzyondan ibaret olduğunu kavrayamayan halka verdikleri seçim rüşvetleri bununla da kalmadı.
Zaten yeterince üretemiyorken, zaten bütçede açılan kocaman delikleri borçla kapatıyorken insanlara bir de çalışmadan maaş vermeyi vaat ettiler.
Oylarını alabilmek için daha kırklı, ellili yaşlarında emekli ettikleri milyonlarca insanın yükünü, sayıları giderek azalan çalışanların sırtına yüklediler.
2024 Ocak ayı verileri itibarıyla, çalışma çağındaki insanlarımızın neredeyse yarısı çalışmıyor.
Çalışanların çoğu maalesef asgari ücret civarında ücret alıyor ve kazandığıyla hem kendine hem çocuklara hem de sayıları 16 milyonu aşan emeklilere bakmak zorunda.
O yüzden Avrupa’da çalışanların en fazla mesai yaptığı ülke olduk.
Ama bu artık ölesiye çalışarak kapatılabilecek bir açık olmadığından yine ve daha fazla borç almaktan başka çaremiz yok!
Ve artık bize makul faizlerle borç verecek ülkeler bulmakta zorlanıyoruz. Tefeci faiziyle borçlanmaya mahkumuz.
Sürekli borç ve faiz sarmalına giren ekonomide gelir dağılımı adaletsizliğinin artması mukadderdi.
Servet sahipleri paradan para kazanarak zenginliklerine zenginlik katarken ücretli çalışanların çoğu artık karnını zar zor doyurur hale geldi.
Ekonomi ile beraber adalet, eğitim ve sağlık kurumlarımızın da çöktüğünü görüyoruz.
Bu çöküş sürerken bizi bir arada tutan ortak değerler her geçen gün biraz daha yıpranıyor, toplum çözülüyor.
Yaşadığı konforun geçici bir aldatmaca olduğunu kavrayamayan ve kendisine sunulan sahte refahın hep süreceğini sanarak daha iyi, daha rasyonel bir ekonomi yönetimi talep etmeyen insanımız şimdi ağır bir faturayla karşı karşıya.
Senelerdir uygulanan politikaların “sürdürülemez” olduğunu söyleyenlerin maalesef haklı çıktıkları günlere eriştik.
Peki ne yapacağız?
Bütün bu ertelendikçe büyümüş, kronikleşmiş, çözülemez hale gelmiş sorunları aşmanın, bu son derece karanlık tablodan kurtulmanın bir yolu var mı?
Belki YGZ (Yapay Genel Zekâ) konusunda beklenen çarpıcı gelişmeler bir çıkış yolu sunabilir!
Nasıl mı?
Onu da bir sonraki yazımda anlatayım.