Verilerin, internetten erişilen sunucularda saklanmasını, işlenmesini, paylaşılmasını ve yazılımların yine internet üzerinden erişilen sunucularda çalıştırılabilmesini sağlayan bilişim hizmetlerine genel olarak bulut bilişim ismi veriliyor.
Bulut bilişim, bugünkü anlamına iki binli yıllarda kavuşurken internetin en eski uygulamalarından “e-posta” da “bulutsulaştı”. Microsoft Hotmail, Yahoo Yahoomail ile ücretsiz e-posta hizmetleri verirken Google neredeyse limitsiz saklama alanı vaat ettiği Gmail ile piyasanın hakimiyetini ele geçirdi.
E-posta ve ekleri internet üzerindeki sunucularda (yani bulutta) işlenip saklanıyor. Kişisel verilerimizin peşindeki firmalar, hakkımızda daha fazla bilgi toplamak için her geçen gün yeni hizmetler sunuyorlar. Mesela irtibatta olduğumuz kişilerin bilgilerini bulutta saklayalım diye telefon/email rehberi yazılımları sağlıyor, o irtibatlarla randevularımızı yöneteceğimiz, günümüzü programlayacağımız, çeşitli alarmlar kurabileceğimiz takvim yazılımları sunuyorlar. Hem de bedavaya!
Bir de bulut depolama uygulamaları var. Ülkemizde yaygın kullanılan bulut depolama uygulamalarının başında Dropbox, Google Drive, Yandex Disk ve Microsoft One Drive geliyor. Bu saydığımız uygulamalar da kendi sunucularındaki belli bir depolama kapasitesini, isteyen herkese “bedava” olarak sunuyor.
Amerikalıların “There ain’t no such thing as a free lunch” diye bir sözü var. Bu ifadeyi “bedava öğle yemeği diye bir şey yoktur” diye çevirebiliriz. Otuzlu yıllarda Amerika’daki bazı restoranların müşteri çekmek için uyguladıkları bir satış/pazarlama hilesine işaret eden bir deyim bu. O restoranlar sadece bir içecek alana öğlen yemeği bedava diye kampanya yaparlarmış. Tahmin edeceğiniz gibi içecek normalden oldukça pahalı olurmuş. Bir de yemeklere o kadar çok tuz koyarlarmış ki “bedava” yemeği yiyenler yemekten sonra birkaç pahalı bira içmeden susuzluklarını gidermezlermiş. Böylece restoran sahipleri hem yemeği bedava göstererek müşteri çekmiş, hem de iyi para kazanmış olurlarmış.
Teknolojide de bedava diye bir şey yok aslında.
Durup sorgulamalıyız: Bu hizmetlerin bize sunulması için petabaytlarca, eksabaytlarca depolama alanı sağlayan diskler, devasa bant genişlikleri, internet trafiği masrafları, yazılım geliştirme ve bakım-idame maliyetleri nasıl karşılanıyor?
Bu “hizmeti” verenlerin ne sattıkları, nasıl para kazandıkları neden merakımız celbetmiyor?
İnsanların çoğu bu uygulamaların reklamlarla para kazandığına inandırmak istiyorlar kendilerini. Ancak lütfen bir kez daha Dropbox yahut Gmail kullanırken alıcı gözle bakın. Bakalım reklam falan görebilecek misiniz?
Aslında satılan şey biziz. Bizim kişisel bilgilerimiz. Adım adım siber sömürgecilerin kölelerine dönüşüyoruz. Siber sömürgecilerin prangalarını kollarımıza kendimiz geçiriyor, kendi kendimizi zincire vuruyoruz.
Kişisel mahremiyet ihlallerinin ötesinde bu işin bir de casusluk boyutu var.
Bugün devlet kurumlarında “hizmete özel” hatta “gizli” belgeleri Gmail üzerinden gönderen, Dropbox üzerinden paylaşan, WeTransfer kullanarak ileten kamu görevlilerinin sayısı hiç de az değil.
Devletin belgelerini, yabancı bulut servisleri üzerinden alıp gönderen devlet memurlarını cahillikten yahut gafillikten yargılamak mümkün olsa keşke! Çünkü kusurları bu ikisinden biri değilse casusluktan yargılanmaları gerekir.
Kamu hizmetleri için kullanılacak güvenli ve performanslı bir yerli e-posta servisinin hâlâ hayata geçirilip yaygınlaştırılamamış olması, yabancı e-posta servislerinin devlet işlerinde kullanımının yasaklanmamış olması devletin büyük ayıbıdır.
Yine kamu kurumları arasında büyük dosya alışverişleri için kullanılacak bir yerli bulut depolama hizmetinin hâlâ devreye alınmamış olması ve kamu görevlileri arasında yabancı bulut depolama servislerinin kullanımının riskleri konusunda bir farkındalık oluşturulamamış olması da derin gafletimizi göstermekte.
Artık bu gafletten uyanıp yerli bulut bilişim uygulamalarımızı üretmeye mecburuz.