Hamas’ın Aksa Tufanı harekâtını başlattığı gün mücahit ruhlu bir grup gençle beraberdim. Mücahit ruhlu derken masa başı, klavye ruhundan bahsetmiyorum. Gruptan yakından tanıdığım bir genç daha önce Çeçenistan’da savaşmış, mücahitlik ruhunun gereğini yapmıştı. Hatta sohbetimizin ilerleyen bölümünde “hazırlanalım arkadaşlar, şimdi Gazze’ye gitme vakti olabilir” demişti.
Tarifsiz bir heyecan içindeydiler. İsrail’in “demir kubbe” savunma sistemi çökertilmiş, Gazze’nin aşılmaz duvarları aşılmış, İsrail askeri üssü ele geçirilmiş, askerler esir alınmıştı.
Ancak ölen ve esir (veya rehin) alınan, içlerinde festivale gelmiş yabancı uyrukluların da olduğu, sivillerden bahsedilmiyordu.
Bu olay hakkında benim ne düşündüğümü merak ediyorlardı.
Ben, Medine döneminde müşriklerin fiziki tahriklerine ve zulümlerine rağmen Müslümanların neden mukabelede bulunmadığını, bazı Müslümanların neden Habeşistan’a hicret ettiğini ve Hz. Peygamber’in Ebu Zer’i neden Mekke’den köyüne gönderdiğini sordum.
Müslümanlar Medine’de devlet kurduktan ve belirli bir güce kavuştuktan sonra mukabelede bulunmaya başlamışlardı. Medine devletinde bütün insan haklarına riayet edildiği gibi, savaşlarda sivillere, çocuklara, hatta bitkilere bile zarar verilmiyordu.
Gençlere, Hamas’ın eylemine dönük üç endişemi ifade ettim.
- Bu eylem stratejik olarak doğru mu? Ben şahsen bu eylemin stratejik olarak doğru olmadığını düşünenlerdenim. Böyle düşünmekle beraber yanılmış olmayı da arzu ediyorum. İbrahim Kiras’ın 12 Ekim’de ayrıntılı olarak yazdığı gibi, sivil itaatsizlik eksenindeki İNTİFADA direnişi stratejik olarak daha doğruydu. Ahmet Taşgetiren’in 15 Ekim ve Elif Çakır’ın 11 Ekim yazılarını okumanızı tavsiye ederim. Ahmet Bey ve Elif Hanım, MOSSAD’ın tuzak kurma ihtimaline işaret ediyorlar. Umarım Kudüs Tufanı, Amerika’daki 11 Eylül İkiz Kuleler saldırısının benzeri sonuçlara yol açmaz.
- Siviller neden hedef alındı? Gazze yakınlarındaki açık hava partisine katılanların da içinde olduğu 250 sivilin öldürülmesi ve bazı sivillerin esir veya rehin alınması ne İslami ne de insani olarak açıklanamaz, hiçbir şekilde mazur görülemez.
- Eylemin doğuracağı sonuçlar Filistin halkının mı İsrail yönetiminin mi yararına olacak? Arap baharının ilk günlerinde demokrasinin geleceği umuduna kapılmıştık. Baharın sonunda, var olan kısmi demokrasinin de gerilediğine ve baharın değil kışın geldiğine şahit olduk.
Faşist İsrail
İsrail, savunmasız Gazze’ye karşı savaş hukukunu hiçe sayarak saldırılarını sürdürüyor. Şimdiden binlerce sivil, kadın ve çocuk katledildi.
İsrail o kadar pişkin ve arsız ki savaşta hiçbir kural tanımayacağını kameralar önünde açıklamaktan geri kalmadı. Aslında malumu ilan etmiş oldu.
İsrail, celladına aşık olmakla kalmadı, celladının Nazi ruhunu kendi bedenine aldı. Holokost Filistin’de, Gazze’de dipdiri, Hitler İsrail’de yaşıyor…
Bizler de Holokost’a maruz kalan mazlum Filistin halkının daha az zararlı çıkması için dua etmekten başka bir şey yapamıyoruz maalesef.
Hariçten gazel okuyoruz
İsrail 1948 yılında kurulduktan sonra sürekli olarak topraklarını işgal ederek Filistin halkını katlediyor veya göçe zorluyor.
Devletin kendisi veya paramiliter güçler Filistin köylerine saldırılar yapıyor, topraklarını bırakıp kaçan köylülerin yerine Yahudi’ler yerleştiriliyor. Filistinlilerin toprağını işgal eden yerleşimciler de paramiliterler.
Gazze, işgalden kaçan mazlumların sığınağı. İki milyonu aşkın mazlum halk, yaklaşık 16 yıldır 350 kilometrekarelik bir alanda yokluk içinde yaşam mücadelesi veriyor.
Gazze sürekli abluka altında, İsrail’in insafına terkedilmiş durumda.
Mazlumların psikolojisini Yıldıray Oğur özetliyor:
“İsrail’in aşırı sağcı Savunma Bakanı onlar için ‘yarı hayvanlar’ dedi. Kafeste yaşadıkları ve kafeste uslu durmadıkları için.
Ama 2 milyon insanı sorun çıkarmasınlar diye 16 yıl bir kafese tıkarsan sonu başka nasıl bitebilirdi ki?
İyiniyetli olarak herkes ‘Şiddete başvurursanız İsrail’e de koz verirsiniz’ diye akıl veriyor ama 75 yıllık bir tarih artık bu itidal çağrısını desteklemiyor.”
Ebu Zer örneği
Zulümden ve zalime karşı gelmekten bahsettiğimiz zamanlarda aklıma Ebu Zer geliyor.
İslam Ansiklopedisi Ebu Zer hakkında şu bilgileri veriyor:
Ebu Zer, “haram aylarda bile baskın yapmaktan, yağmacılıktan ve yol kesmekten çekinmeyen Gıfar kabilesine mensuptur. Müslüman olmadan önce Ebu Zer‘in de yol kesip yağmacılık yaptığı, hatta kabilesinin en atılgan ve gözü pek yağmacılarından olduğu nakledilir.”
Medine’de, Hz. Peygamber onun hep yanında bulunmasını ister ve bazı konularda görüşünü alırdı.
Hz. Peygamber’in onun hakkında, “gök kubbenin altında ve yeryüzünün üstünde Ebu Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur” dediği rivayet edilir.
O günün radikallerinden olan Ebu Zer, Kâbe’nin yanına giderek Müslümanlığını ilân edince, müşrikler tarafından kıyasıya dövüldü. Abbas b. Abdülmuttalib’in araya girmesiyle ölümden kurtuldu. Ertesi gün yine aynı yerde Müslüman olduğunu söyleyip dövülünce Hz. Peygamber onu, köyüne gönderdi ve çağrılmadıkça Mekke’ye gelmemesini istedi.
Hz. Peygamber Mekke’de müşriklerle fiziki çatışma ihtimalini engellemek için, Ebu Zer’i köyüne, diğer Müslümanları Habeşistan’a ve Medine’ye göndermişti. Bu strateji Medine’de değiştirildi.
Şu anda Gazze’li Müslümanların durumu Mekke’deki Müslümanlara benziyor.
Talihsizlik şu ki Ebu Zer’i kontrol altına alan Hz. Peygamber’in fonksiyonunu ifa edecek bir lider yok. Ebu Zer’ler sahipsiz. Zahirde Ebu Zer’e sahip çıkıyor görünenler ise gerçekte kendi stratejileri uğruna Ebu Zer’leri ateşe atıyor olabilirler.
Her şeye rağmen, dua niyetiyle, Enfal Suresi’nin 30. Ayetini hatırlayalım:
“Hatırlar mısın? İnkâr edenler seni etkisiz hale getirmek veya öldürmek ya da yurdundan çıkarmak için tuzaklar kuruyorlardı; onlar tuzak kuruyorlardı Allah da bozuyordu. Tuzak bozma işini en iyi yapan Allah’tır.”