“Böyle gelmiş böyle gider” atasözünü zaman zaman hepimiz kullanırız. TDK sözlüğü bu deyimi " ‘her zaman böyle olmuş, gene de böyle olacak’ anlamında kullanılan bir söz” olarak açıklıyor.
Bu söz edebiyatta ve sanatta da sıkça kullanılıyor.
Gönül Akkor’un şarkısını hatırlayalım:
Böyle gelmiş böyle
Böyle geçer dünya
Günlerimiz bitecek
Bir gün saya saya
Erkin Koray biraz daha karamsar:
Arkası gelmez dertlerimin, bıktım illallah
Biri biterken öbürü de başlar, vermesin Allah
Böyle gelmiş, böyle gidecek, korkarım vallah!'
Biz adam olmaz mıyız?
“Böyle gelmiş böyle gidecek” deyiminin bir başka versiyonu da “biz adam olmayız!..”
Bu köşede, mümkün olduğunca, şirketlerin kurumsallaşması ve modern dünyaya uyum sağlayarak rekabet etmesi için uzmanların önerilerini paylaşmaya çalışıyorum.
Ancak yaşadığı iş ortamının olumsuz deneyimlerinden etkilenen bazı dostlar, haklı olarak aktardığımız önerileri uygulanamaz görerek, “hayal kurmayalım, biz buyuz, değişmeyiz” mealinde görüşlerini ifade ediyorlar.
Bir örnek:
“Yukarıda saydığınız yasal ve tavsiye edilen uygulamalara, Türkiye’de kurulu ve halka açık şirketler de dahil olmak üzere YÜZDE 90’ı "MIŞ" GİBİ YAPMAKTADIR. Patron o işletmeyi o güne getirmiş biricik şahsiyet, oğluna-torununa-kızına neden yetki versin ki. Hele hele dışarıdan gelecek o kendini bilmez bağımsız üye ne yapacak?
Sahi Yönetim Kurullarını kim denetler? Genel Kurul demeyin. 5 ortak yetiyor sanırım. Genel kurullar hükümet komiseri öğlen yemeği yerken atılan imzalar ile yapılmaktadır.”
Okuyucumuzun yazdıkları doğru mu?
Evet doğru. Anlatılan olaylara iş yaşamımda ben de çoğu kez karşılaştım.
Ama şirketler bunlardan ibaret değil.
Bu yanlışları yapmayan, kurallara uygun davranan şirketler yok mu?
Bizzat tanık olduğum düzgün çalışan şirketler de var elbette. Ama sayıları az.
Böyle gelmiş diye böyle mi gidecek?
Peygamberlerin öncülük ettiği, “böyle gelmiş ama böyle gitmez” diyen kişiler de vardır. Kaynağı ve sıhhati tartışılsa da özünde gerçeği ifade eden, “iki günü denk geçen ziyandadır” hadisi de değişenin kazandığını, değişmeyenin zararda olduğunu veciz olarak ifade ediyor.
Peygamber kaynağından beslenen Mevlana “dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım!” derken değişimi anlatıyor.
Aziz Nesin, “Böyle Gelmiş Böyle Gitmez” kitabını yayınlarken değişim ihtiyacını vurgulamış oluyor.
Radikal değil, tedrici değişim
Geçmiş yaşanmışlıklar, deneyimler kişilerin hafızasında da toplum hafızasında da derin izler bırakırlar. Bu izlerin etkisi kolay kolay silinmez. Değişim talepleriyle karşılaşıldığında geçmişin izleri değişimi yavaşlatır.
Sosyal değişim kaçınılmaz olmakla beraber zaman alır.
Faydalı ve görece kalıcı değişimler radikal değil, tedrici değişimlerdir.
Her şeye kadir olan, “ol!” deyince olduran Yüce Allah (cc), gökleri ve yeri bir anda değil, altı günde yarattığını beyan ediyor (Kaf 38). Kutsal kitaplar toplu kitap olarak değil ayetler halinde insanlığa gönderildi.
İş yaşamındaki değişimler de böyledir. Radikal değil, tedrici değişimler faydalıdır.
Rakamlar üzerinden somutlaştıralım: Bir sıfırdan, iki birden, üç ikiden, on dokuzdan büyüktür.
Geleneksel esnaf işletmesi mantığıyla çalışan bir işletmenin 9 kademe birden atlayarak 10’uncu seviyeye ulaşmasını istemek de beklemek de gereksizdir, faydasızdır ve hatta zararlıdır.
Yapılması gereken önce ilk basamağa adım atmaktır. Sonra ikinci, sonra üçüncü basamağa…
Ziraat, askerlik veya devlet memuriyetiyle iştigal eden Türk toplumu sanayileşme sürecine oldukça geç başladı. Osmanlı döneminde ticari faaliyetler de kahir ekseriyetle gayri Müslimlerin kontrolündeydi. Türk toplumunun sanayi deneyimi olmadığı gibi ticari deneyimi de yoktu. Cumhuriyet’le birlikte başlayan sanayileşme, imalat ve ticaret deneyimi küresel deneyimle karşılaştırıldığında oldukça yetersiz. Bu sebeple bizdeki değişim daha da yavaş oluyor.
Büyük bir ilimizin sanayi odasının yöneticileriyle kurumsallaşma konusunda yaptığım bir görüşmede şunları ifade ettiler:
“Üyelerimizin büyük çoğunluğu kurumsallaşmanın öneminin farkındalar. Ancak şu anda kurumsallaşma çalışması yapmadan da faaliyetlerini sürdürebildikleri için değişim için bir türlü harekete geçmiyorlar.”
Deneyimlerimle de biliyorum. Şirketler özellikle aile anayasası konusunda çok çekingenler. Buna karşılık operasyonel faaliyetlerin kurumsallaşması konusuna daha yatkınlar.
Tekrar vurgulayalım: Radikal değil tedrici değişim önemlidir. Değişimin hızı şirketten şirkete farklıdır. Ama yerinde sayanlar geride kalırlar. İki günü denk geçenler gibi ziyanda olmak istemiyorsak Mevlana’nın dizelerini tekrarlayalım:
Dün dünde kaldı cancağızım,
Bugün yeni şeyler söylemek lazım!