DÜŞÜNDÜĞÜ İÇİN DEĞERLİ (i)
Pazarda bir papağanın yüz akçeye satıldığını gören Nasreddin Hoca, evinden bir hindi getirip iki yüz akçe ister.
Hoca’ya sorarlar:
“Hindi hiç iki yüz akçe olur mu?”
“Az önce bunun yarısı kadar kuş, yüz akçeye satıldı, bu neden iki yüz akçe etmesin?”
“O marifeti olan, nadir bir kuş. Senin benim gibi konuşur.”
“O da marifet mi?!.. O kuş konuşursa, bu da düşünür.”
…
Bu fıkrada Hoca, düşünmenin, düşünmeden konuşmaktan daha önemli ve faydalı olduğunu anlatmaktadır. Papağan, duyduklarını manasını idrak etmeden, akıl ve tefekkür süzgecinden geçirmeden aynen tekrar ediyor. Evet bu da bir marifettir ama düşünmek ondan daha değerli bir marifettir.
DÜŞÜNME, TEFEKKÜR VE AKIL
Düşünmeyi ifade eden kelimelerin başında “nazar”, “tefekkür”, “tedebbür”, “itibar” ve “akl” gelmektedir. Asıl anlamı “gözle bakmak” olan nazar, “kalp gözüyle bakmak, düşünmek” manasında kullanıldığı gibi “bir şey hakkında tefekküre dalmak, nazarî araştırmalarda bulunmak” anlamına da gelir. “Fikr” kökünden türeyen tefekkür de aynı anlamdadır. Buna göre nazar ve tefekkür “bir işin akıbeti konusunda düşünmek”, “tedebbür” ise “bir işin sonucunu başından hesap etmek” anlamına gelir. Aynı kökten gelen tedbir, tedebbürün sonucu olarak “gereken önlemi almak” demektir.
Düşünme, tedebbürde olduğu gibi geleceğe değil de geçmişe yönelikse tezekkür adını alır ve “hatırlama, anma” anlamına gelir. Zikir ve tezekkür sözlükte aynı anlamdadır ve “hem lisan ile anma hem de kalp ile hazırlama, akıldan geçirme” demektir.
“Akl” kökünden hareketle aklını kullanmak, “teorik ve pratik meseleler üzerinde düşünmek” anlamında kullanılmaktadır. Buna göre akıllı kişi, tutarlı bir şekilde düşünen ve tutkulara karşı kendisini kontrol edebilen kimsedir.
Kur’an’da düşünmenin anlamına en çok yaklaşan terimler tefekkür ve akıldır. “Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gündüzle gecenin art arda gelişinde akıl sahipleri için alametler vardır. Onlar ayakta, otururken ve yaslanmışken Allah’ı zikredip göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler” (Âl-i İmrân 3/190-191) mealindeki ayette akıl sahipleri, Allah inancıyla fikri araştırmayı bir arada götüren, entelektüel faaliyetlerini tezekkür ve tefekkürün birbirini takip ettiği ve bütünlediği bir akli yapıyla gerçekleştiren insanlardır.
AKLIMIZI NASIL KULLANIYORUZ?
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği akıl sahibi olmasıdır. Ancak bu büyük emanetin kıymetini yeterince bildiğimiz söylenemez.
Akıl doğruyu yanlıştan ayırmaya yarayan mihenk taşıdır. Aklımızı kullanmadan sosyal yaşamdaki altının ve tenekenin farkını idrak edemeyiz. Hatta ışıltısına kanarak (aklımızla değil duygumuzla) belki de tenekeyi altına tercih ederiz.
Bu sebeptendir ki akli melekeleri olmayanlar hem dinen hem hukuken sorumluluktan muaftır.
Bu açık gerçeğe rağmen, aklımızı kullanmak yerine, başkalarına kiralayabiliyoruz. Örneğin aklımızı bir parti başkanına, bir cemaat imamına, bir STK başkanına, hatta bazen sevdiğimiz bir sanatçıya veya yazara kiralıyoruz. Aklımızı kiraladıktan sonra, kiracının her sözüne ve davranışına kayıtsız şartsız itaat ediyor, kendi görüşümüz gibi benimsiyoruz.
Nasreddin Hoca’nın pazarda gördüğü papağana benziyoruz. Hayran olduğumuz, aklımızı ipotek ettiğimiz kişinin söylediklerini aynen tekrar ediyor, yaptıklarını (içimize sinmese de “vardır bir sebebi” teviline dayanarak) ölümüne savunuyoruz.
KURUMSAL AKIL
Kurumların da aklı olmalıdır. Kurucu irade, kurumu oluştururken, kurumsal aklı da tesis etmiş olmalıdır.
Akıl olunca, aklın düşünme, tezekkür ve tefekkür işlevleri de harekete geçer. Sosyal yaşamımızda sıkça kullandığımız “devlet aklı” da buna işaret eder. Devlet aklını, devlet hafızasını, kurumsal aklı yok sayarak, sadece herhangi bir yöneticinin bireysel aklı ile yönetilen devlet, kurumsal düşünme yeteneğini kaybetmiş demektir.
Aynı şekilde şirketlerin de kurumsal aklı ve kurumsal hafızası olmalıdır. Kurumsal aklı ve kurumsal hafızayı yok sayarsak kurumsal düşünme yeteneğini kaybederiz.
Kurumsal aklı kurumun istişare organları temsil eder. Her bir bireyin aklı değerlidir. Akıllı insan aklını, daha akıllı insan ise daha akıllıların aklını kullanır. Ancak bunu yaparken aklını kiraya vermez, ipotek etmez, aklını kullanarak diğer akıllardan faydalanır. Bu sebeple, hiçbir bireyin kişisel aklı, hakkıyla kurgulanmış istişari akıldan üstün değildir.
Kurumsal akıl, bireylerde olduğu gibi, tezekkür ve tefekkür işlevlerinin hayatiyetini sağlar.
Geçmişte yaptığımız işlere yönelik düşünme “tezekkür”, yapmakta olduğumuz veya yapmayı düşündüğümüz işlerin akıbetine yönelik düşünme “tefekkür” olduğuna göre; tezekkür ve tefekkür şirketler için de geçerlidir.
Şirketler geçmiş dönemlerdeki faaliyet sonuçlarını tezekkür ederek değerlendirirler. Aynı şekilde geleceğe dönük faaliyetleriyle ilgili olarak da tefekkür ederler.
Bu bakış açısıyla baktığımızda geçmiş olaylar ve mevcut durum analizini tezekkür olarak tanımlayabiliriz. Aynı şekilde geleceğe dönük stratejik hedeflerin belirlenmesi ve planlama yapılmasını da tefekkür olarak tanımlayabiliriz. Tezekkür veya tefekkür, her ikisi de kurumsal düşünme yeteneğinin kullanılmasıdır.
Bireysel akıl emanetini kullanmamaktan veya nasıl kullandığımızdan sorumlu olduğumuz gibi, kurumsal aklı kullanmamaktan veya nasıl kullandığımızdan da sorumluyuz.
Bireysel yaşamında aklını, sosyal ve kurumsal yaşamda kurumsal aklı kullananları tebrik ediyor ve teşekkür ediyoruz. Sahip olduğumuz ve olacağımız güzelliklere katkıları için…
(i) Güleç, İ. (2012). Nasreddin Hoca'nın Biri Bir Gün. İz Yayıncılık. İstanbul: Alemdar Ofset. S:140.