Adaletin olmadığı yerde kadı olmaktansa deli olmak daha iyidir
Adamın biri bir sorununu tartışacağı akıllı birini arar. Kendisini deliliğe vurmuş akıllı birine gönderirler.
Deli, bir kamış sopayı at yapmış sürmektedir. Adam ona yaklaşır, soru sormak istediğini söyler. Deli, acele etmesini, atının huysuz olduğunu söyler. Adam sorusuna akıllıca ve makul cevaplar alır.
Aldığı cevaplar karşısında şaşıran adam sorar:
“Ey padişah! Böyle akıl ve edebe rağmen, bu ne düzendir? Bu ne iştir? Hayret!
Sen anlatmada bütün aklın arkasında güneşsin. Delilikte nasıl saklısın?”
Deli cevap verir:
“Bu alçaklar, bu kendi şehrimde beni kadı yapmayı kararlaştırdılar.”
Aslında alim olan zat, adaletle hüküm veremeyeceği bir ortamda kadılık yapmaktansa, kendisini deliliğe vurmuştu.
Kadılığı kabul etmediği için dövülen ve hapsedilen Ebu Hanife
Halife II. Mervan’ın Küfe Kadılığı veya Beytülmal Eminliği teklifini kabul etmeyen Ebu Hanife, her türlü baskıya rağmen direnince, dövülmüş ve hapsedilmişti. 130 (747-48) yılında cereyan eden bu olayda Ebu Hanife’nin durumunun ağırlaştığı, sağlığının kötüye gittiği görülünce valiye haber verilmiş, vali de arkadaşlarıyla istişare etmesi için Ebu Hanife’ye zaman tanıyarak onu hapisten çıkarmıştı.
Adalet yalnız devlet yönetiminde değil yaşamın her alanında gereklidir
Adaletten bahsedilince genellikle devlet yönetimindeki uygulamalar akla gelir. Oysa aile ve şirketler dahil yaşamın her alanında adalet gerekir.
Aile huzuru için, eşler ve çocuklar arasındaki ilişkilerde adalet uygulanmalıdır.
Şirketler yönetilirken işe alımlarda, işten çıkarmalarda, ücretlendirmede, terfilerde ve atamalarda adil olunmalı, kararlar ve tercihler kişisel eğilimlere değil objektif ölçütlere dayandırılmalıdır.
Görünür ve belirgin haksızlıklar daha kolay fark edilmekle beraber, daha zor fark edilen haksız uygulamalar da vardır. Hatta yöneticinin kendince doğru yaptığını düşündüğü haksızlıklar da görülebilir.
İşe alımlarda yapılan yanlışlıkları örnek olarak ele alalım.
İşe alımlarda adaletten uzaklaşma
İşe alım yöneticileri, çalışan adaylarının sosyoekonomik seviyesini aday konuşmaya başlar başlamaz doğru bir şekilde değerlendirebilir. Bu erken ve acele değerlendirmeler, yöneticileri daha yüksek sınıftan saydıkları kişileri işe almaya yönlendirebilir.
Yapılan dört araştırma dinleyicinin, karşısındaki bir yabancının kısa süreliğine konuşmasıyla (bazı durumlarda yedi kelime bile söylemek yetiyor) konuşmacının sosyoekonomik seviyesini belirleyebildiğini gösterdi. Sosyoekonomik statüyü eğitim ve gelir seviyesiyle mesleki durum belirliyordu. Tahminler, şansa yer bırakmayacak düzeyde doğruydu. Konuşmanın içeriğinden çok telaffuza, tona ve ritme göre tahmin yapılıyordu.
Bu dört araştırmaya eklenen beşinci bir araştırmada, işe alım deneyimine sahip deneklerin bir kısmından mülakat öncesi sorulmuş “Kendini nasıl tanımlarsın?” sorusunun cevaplarını dinlemeleri, bir kısmındansa cevapların yazılı hallerini okumaları istendi.
Denekler adayların ne özgeçmişini ne de mülakat sırasındaki cevaplarını gördü. Bu şartlar altında denekler, her adayın sosyoekonomik seviyesini ve yeterliliğini değerlendirip birer başlangıç ücreti belirledi. Her iki grup da adayların sosyoekonomik seviyesini şansa yer bırakmayacak düzeyde doğru bilmişti. Fakat dinleyen grubun tahminleri (adayların konuşmalarını dinledikleri için) dış etkilere daha çok maruz kalmıştı.
Bu grubun cevaplarını analiz eden araştırmacılar; deneklerin üst sınıftan adayların işinde daha yetkin ve uygun olduğunu varsaydığını, bu yüzden de söz konusu adaylara daha yüksek ücret teklif ettiğini gözlemledi.
Araştırmalar, işe alım kararlarında bu önyargıların aşılması için organizasyonel gözetime ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor.
Yöneticiler, belirli bir sosyal statüye aidiyetin, iş yetkinliği ve işe uygunluk için kriter olabileceğini yanlışlıkla düşünebilirler. Hatta bu ön yargılar ırk ve cinsiyetle ilgili ayrımcılık yapmaya kadar gidebilir.
Örneğin Boğaziçi veya ODTÜ’de eğitim almış adayları birileri peşinen “başarı ölçütü” olarak algılarken başka birileri de “şımarıklık” riskine sahiplik olarak algılayabilirler. Bu algılamalar ayrımcılıkla ve fırsat eşitliği ilkesinin ihlaliyle sonuçlanabilir.
…
Adaleti tesis edemeyeceğimizi düşünüyorsak ne yapmalıyız?
Cevap: İmam-ı Azam’ı ve Mesnevi kıssasındaki alimi örnek alırsak, adaletsizliğe vesile olacağımızı düşündüğümüz sorumluluklardan kaçınmalıyız.
Kaçınmazsak ne olur?
Zulme ortak oluruz.
Tercih de sorumluluk da bizim!..
İlgilenenler için:
https://www.rasityildirim.com.tr/2022/03/08/emanet-ve-adalet/
[i] Mevlana Celaleddin Rumi (2014). Mesnevi. (Adnan Karaismailoğlu, haz.).Konya:Konya Valiliği, Bahçelievler Basım. Cilt 1. S 366-371.
[ii] HBR Türkiye. Mart 2020. Yargılarken Acele Etmek.