Çocuk cesetlerine bakamıyorum artık.
Hem her cenazeyi, parçalanmış vücutların hepsini görsem bana ne söyleyecek ki?
Savaş pornografisinin ilk örneği ABD’nin Irak’ı işgali idi. Canlı yayında Bağdat’ın üzerine yağan füzeleri izlemiştik. Sonra alıştık.
Şiddet ve cinayet pornografisini ise hayatımıza Beşşar Esad soktu. Canlı canlı gömülen insanlar, elektrik verilen çocuklar…
Kahretsin ama kefen içindeki kızına sarılan babalara İsrail’in Gazze saldırılarından zaten aşinayız. Aşina olacak başka şey kalmadı dünyada demek.
Erkek çocuklarına yazık değil mi? Öyle ama itinayla taranıp toka takılan örgülü saçlar, yıkıntıların altından toz toprak içinde çıkınca bana daha fazla dokunuyor.
Toka diyince, Maraş depreminden sonra enkaz kaldıran kepçeler arasında çocuklara bir şeyler dağıtırken ellerine renkli toka tutuşturulan kız çocuklarının gözleri gibi parlayan az şey gördüm desem yeridir.
İsrail’in öldürdüğü kız çocuklarına sessiz kalan ülkelerin, sivil toplum kuruluşlarının, büyük büyük şirketlerin “kız çocuklarını okutalım, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ekonomik ve sosyal maliyetleri…” heyecanlarını kusura bakmazlarsa en azından bir süre paylaşamayacağım.
Bombalanan hastanede sağa sola koşturan insanlar geliyor ekrana. Sanki birkaç yüz metre ilerde yüzlerce insan ölmemiş, önünden beyaz örtüler içinde cenazeler geçmiyor gibi bir adam duvarın dibine çömelmiş boş boş bakıyor.
Aklıma geliyor. O kadar büyük yıkımın arasında insanlar ölülerini gömmek için temiz beyaz çarşaflar buluyorlar bir şekilde. Üstelik binlerce cenazenin hepsine. Kimyasal bombalarla öldürülen Suriyeli çocuklara da İsrail bombalarının şiddeti ile küçük parçalarına kadar dağıttığı bedenlere de hepsine yetecek kadar kefen var bu coğrafyada.
ABD Başkanı Biden, Ben Gurion’a indi. Beyaz üstüne mavi boyalı dev başkanlık uçağının inişini izlerken “acaba ateşkes olur mu?” sorusu dolanıyor havada.
ABD desteği olmasa İsrail saldıramazdı, ilk kez bir ABD başkanı savaş sırasında destek için Ben Gurion’a iniyor, ateşkes neyi değiştirecek ki Filistinliler zaten yavaş yavaş ölüyorlar, olsun yine de ölümler dursun, İsrail durana kadar daha çok insan öldürür… Arka arkaya tutarlılık derdinde olmayan cümlelerle uğraşmak kolay değil.
Zaten Netanyahu’nun Biden’a sarıldığı an, iyimser beklentiye kapılmak saflık olarak geliyor.
Biden’ın ne yapabileceğini anlatan yabancı gazeteci makyajlı yüzü, çelik yeleği ve kaskı ile Gazze’yi gören bir yerden konuşurken, uzakta binaların arasından bir duman yükseliyor. Patlamanın sesi yayına birkaç saniye geç geliyor. Patlamayı görmekle sesini duyana kadar aradaki birkaç saniyede kaç kişi ölmüştür diye geçiyor aklımdan.
Avrupalılar ise İsrail’e dur demek yerine sivil ölümlere üzüldük, insanı yardımların önü açılmalı derdinde.
Neden ki? Ölenlerin karnının tok mu olması gerekiyor?
7 Ekim Hamas saldırılarından sonra Orta Doğu asla eskisi gibi olmayacak yorumları var. Filistin halkı; Arap ve İsrailli liderler jeopolitik haritaların üzerine kıtaları bağlayan tren yolları, nükleer enerji tesisleri, turistik merkezler, zaman kapsülü gibi çöl ortasına yeni şehirler çizerken görünmesinler diye üzerlerine bırakılan fosforlu kalemleri kaldırıp atınca hiçbir şeyin eskisi gibi olmaması gerek zaten.
Arap Baharı’ndan sonra da öyle demişlerdi. Tahrir meydanından Şam sokaklarına, Tunus’tan sosyal medyanın sanal meydanlarına kadar dev gösteriler tarihin akışını değiştirecekti.
Sadece Suriye’de yarım milyondan fazla insan öldü. Seçilmiş cumhurbaşkanları son günlerini hapishane hücrelerinde geçirdi. Demokrasi gibi kompleks ve zamana dayalı sosyo-ekonomik dinamiklerin üretmesi gereken yüksek beklentileri bir kenara bırakalım ama en azından haysiyetleri ve çok değil biraz daha adam yerine konulmak için sokağa çıkanlar o cesareti bir daha bulabilirler mi bilmiyorum.
Bizimkiler ne yaptı desem; yapabilecekleri ile yaptıkları arasındaki makas, o makası dayatan zorunluluklar ve o zorunlulukların oluşmasını bile isteye, göre göre sağlamış olmak daha da can sıkıcı.
Yaş ilerledikçe insan geleceğe dair daha karamsar oluyor. Komplo teorilerinin konforuna kendini teslim edecek zihin rahatlığı da olmayınca geriye olan bitene öfkelenmekten başka yapacak bir şey kalmıyor.