CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin’in önce sosyal medyada başka bir hesaptan yaptığı alıntı ve sonrasındaki açıklaması Türkiye’de yükselen yabancı düşmanlığının yeni bir örneği oldu.
Tekin’in paylaştığı videoda İstanbul Fatih’te yabancıların çoğunlukta olduğu bir semt çarşısında alıcı ve satıcıların önemli bir kısmının yabancılardan oluştuğu, büyük bölümünün de siyahi olduğu görülüyor.
Paylaşıma gelen destekler, tepkiler ve Tekin’in verdiği yanıtlarda rahatça kullandığı ‘mankurt, köpek, havlamak’ tabileri meselenin nasıl bir analiz düzeyinde ilerlediğine dair aydınlatıcı bir özet sunuyor.
Tekin bunun ardından KARAR’da da yayınlanan ve doğruluğu teyite muhtaç iddialar ortaya attı.
“En çok sığınmacı Esenyurt ilçesinde. Esenyurt’ta sanayi yoğunluğu olduğu için nüfus orada birikti. Farklı ülkelerden 200-250 bin kişi var… Çok ciddi asayiş sorunları yaşanıyor.”
Tekin’in bu sözlerini aslında doğrudan o şehrin valisi üstelik rakamlar vererek ilçe isimleri ile yalanlamıştı.
“Esenyurt’ta 1 milyon 100 bin kişilik nüfus yaşıyor. Suç işleme oranı İstanbul’un yüzde 6’sı. Esenyurt sayısal olarak diğer ilçelerinden farklı değil”
Peki yabancılar Türkiye vatandaşı kimliği taşıyanlardan daha fazla mı suç işliyor? İstanbul Valisi Davut Gül’e göre bunun cevabı da hayır.
“Şehir genelinde 100 Türk vatandaşından 6’sı suç işliyorsa aynı sayıyla oranlarsak 100 yabancıdan 1 yabancı suç işliyor.”
Burada mesele CHP milletvekilinin kişisel olarak nerede konumlandığı ya da ne yapmak istediği değil.
Bugün muhalefet Erdoğan iktidarına karşı tutarlı ve çoğunluğu ikna eden bir söylem üretmeyi başarabilmiş değil. Muhalefet AK Parti iktidarındaki hukuk ve demokrasi açığını, ekonomik adaletsizlikleri derinleştiren yanlış uygulamaları, yüzbinlerce gencin ülkesinden umudunu kesip başka ülkelerde gelecek aramasını gündemleştiremiyor. Bunun yerine iç tartışmalarla vakit geçiriliyor.
Toplumsal itirazı siyasi zeminde ifade edemeyen muhalefet kendisine tutunacak bir dal buldu. Onun adı da yabancı düşmanlığı.
Göçmen politikalarına dair kapalı toplantılarda “Suriyelileri otobüslere doldurup gönderemeyeceğimizi biliyoruz ama en çok alkışı Suriyelileri göndereceğiz dediğimizde alıyoruz” diyen muhalefet buradan kendisine bir itiraz alanı oluşturmaya çalışıyor.
Bu arada toplumda bir göçmen tedirginliği olduğu açık bir vakıa. İnsanlar ekonominin bu kadar daraldığı, kutuplaşmanın bu derece sömürüldüğü, yarını öngörebilmenin bu kadar zorlaştığı bir dönemde sonradan gelenlerle birlikte yaşamak istemiyor.
Suriyelilerin rakamının son 6 yıldır değişmemiş olması bu itirazı dindirmeye yetmiyor.
İktidar ise uzun süre Millet İttifakı’nı zayıflatması umuduyla Zafer Partisi’nin başı çektiği ırkçı söylemlere ses çıkarmamayı tercih etti. Bunda bir ölçüde başarılı da oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki turu arasındaki yaşananlar ve Kılıçdaroğlu’nun tek taraflı gizli mutabakatı ile kopan fırtına kimsenin değilse iktidarın işine yaradı.
Burada Erdoğan yönetiminin görmediği toplumsal gerilim hatlarının bu kadar kaşınmasının günün sonunda kendisine çıkaracağı maliyet. Nitekim Suriyeliler başlığı altında iktidarın göz yumduğu söylem önce genel Arap düşmanlığına sonra da yabancı düşmanlığına evrilmiş durumda.
Bugün belediye otobüsünde Türkçe dışında herhangi bir dil konuşanın taciz edilme ihtimali var. İçişleri Bakanlığı’nın geri gönderme merkezlerinde, sınırlarda ve günlük yaşamda yabancılara dönük kimlik kontrollerindeki tavrının, buradaki hukuksuzlukların sadece bu uygulamalarla sınırlı kalmayacağı da ortada.
Türkiye’nin alakart bir şekilde “iyi yabancı / kötü yabancı” ayrımı yapabilme ihtimali yok. 24 saat içerisinde Trabzon havalimanına Cidde, Bahreyn, Muskat, Riyad, Kuveyt City’den gelip döviz bırakanların ülkede Araplara karşı gelişen atmosferden etkilenmemesi mümkün değil.
Elbette kanun dışı eylemlere girişenler, terör bağlantısı bulunanlar ve yasadışı girişler karşısında gerekli önlemler alınmalı. Ancak bugün yaşanan bu tür düzenlemeleri aşan bir ırkçılığa dönüşmüş durumda.
Bir yanda iktidarın ısrarla yabancılar için entegrasyon politikası geliştirmeden süreci akışına bırakması, bir yanda parasını verene pasaport sağlanması, bir yanda Batılı turistin Türkiye’den uzaklaşmasının boşluğunu Orta Doğu’dan gelenlerin doldurması, diğer yanda ise bu tutarsızlıklara sadece “istemeyiz”in dışında bir alternatif söylem geliştiremeyen muhalefetin varlığı ülkeyi riskli bir eşiğe götürüyor.
Ülke eğitimli kesiminin dışarı göçü ile çok da uzak olmayan gelecekte eksikliği çok ağır hissedilecek bir insan kaynağını kaybederken iktidarı-muhalefeti elbirliği içinde kötü yönetilen bir yabancı sorunu ile dışardan gelecek insan sermayesine de kapısını kapatıyor.
Bunun sonu dar bir etnik paranteze sıkışmış, dünyaya kapalı bir ülkede yaşamak. Böyle bir vasatta ise Zafer Partilileri bilmem ama büyük çoğunluğun yaşamak isteyeceğini sanmıyorum.