Rusya’nın Ukrayna’yı işgali küresel ölçekte bir sistem değişimini tetikledi. İstanbul depreminden aşina olduğumuz terminoloji ile yaklaşık 30 yıldır sessiz olan fay hatları hareket etti. Biraz uzun süreli bu depremin nasıl bir yıkım ve beraberinde ne tür bir değişim getireceğini birlikte göreceğiz.
Savaş sadece uluslararası arenada değil Türkiye’nin içinde de bazı dinamikleri daha görünür hale getirdi. Aslında Şubat 2020’de Rusya tarafından Türkiye’nin 34 askerinin şehit edildiği İdlib saldırısında biraz anlaşılmıştı mesele, ama görmek istemeyenler gözlerini kaçırmaya hatta cambaza bak demeye devam etmişti.
İşin kötüsü ABD’nin Suriye’de PKK/PYD’yi kendisine ortak seçmesi Türkiye’deki Rusya yanlılarının işini de epey kolaylaştırdı. Sonuçta gerçekleri istedikleri gibi eğip bükseler de hiç manipüle edilmeye gerek duymayan ABD-PKK ilişkisi bu kesimin işine yaradı.
Vatan Partisi’nin Moskova’ya heyet göndermesi başka zaman olsa dikkat çekmezdi belki. Doğu Perinçek heyete Türkiye’nin vefasızlığından şikâyet edildiğini söyledi.
Heyetin asıl dikkat çekici ismi ise Ethem Sancak. Sancak, iktidarın gözdesi olarak bir dönem medya patronu oldu, savunma ihalelerine de girdi, Davutoğlu-Erdoğan geriliminde Erdoğan’ın yanında kavga verdi, tank palet fabrikası ile de adı gündeme geldi. İktidarla arasından su sızmayan fotoğrafları için şöyle bir ufak arama yeter zaten.
Sancak Moskova’da verdiği mülakatta öyle cümleler kurdu ki neresinden tutsan elinde kalıyor. “Rusya Ukrayna meselesinde ana suçlu NATO’dur. NATO geçmişten gelen kanserdir, urdur. Teröristleri destekleyen, 2016’da darbeye kalkışan da NATO’dur. Rusya düşerse Türkiye bölünür. … Bayraktar’ları satarken böyle kullanılacağını bilmiyorduk. Rusya ile müttefikiz. S-500 yapacağız, uzaya çıkacağız. 2 gündür Moskova’dayım, 10-20 yıllık stratejik ilişkiler geliştiriyoruz.”
Şimdi derler ya Fatiha’nın besmelesinde 40 yanlış diye. Türkiye İşçi Partisi bile bu cümleleri düşünemezdi büyük ihtimal.
Sancak’ın kendisi değil burada üzerinde durulması gereken. Asıl konu iktidarla ilişkileri, bu bakış açısına sahip bir kişinin Erdoğan’ın en yakınındaki kişilerden olması, birçok ihalede ayrıcalıklı ilgiye mazhar bulunması… Zamanın ruhu, iktidarın Avrasyacı olarak bilinen bir yaklaşımı Ankara’da geçer akçe haline getirdiğini işaret ediyor.
Uzun süredir bu psikolojinin verdiği imkân ile Türkiye ile Rusya’yı aynı paranteze sıkıştırmaya çalışan, Batı’nın Türkiye için asıl tehdit olduğunu düşünen emekli askerler sürekli ekranda.
Bir emekli general Erdoğan’ın Soçi’de Putin ile yaptığı görüşmeden sonra “Putin Erdoğan’a ültimatom verdi. … Rusya için artık bıçak kemiğe dayandı. … Erdoğan ve çevresi Şubat’ta yaşananlardan (İdlib saldırısı OS) dersini aldı.” cümlelerini kurdu.
Bir diğeri NATO’nun Türkiye’yi batıdan ve güneyden kuşattığını belirtiyor ama Rusya’nın hem kuzeyden hem güneyden tehdit oluşturduğunu es geçmeyi tercih ediyor. Başka bir emekli amiral, 15 Temmuz sonrası Yunanistan’ın Türkiye’nin batısını işgal etmeyi planladığını, geçen yıl ağustostaki orman yangınlarını da Yunanistan ve PKK’nın birlikte çıkardığını ifade ediyor.
Bu kulaklar Türkiye’nin en önemli haber kanallarından birinde “Türkiye, Suriye’de İran ve Rusya ile beraber ABD’ye karşı savaşacak.” sözlerini analiz diye dinledi.
İsimler önemli değil. Kemalist Avrasyacılık diye de tanımlanan bu yaklaşım bir düşünce, duruş sistematiğini toplumda güçlendirmeye çalışıyor. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in son grup toplantısında “Atatürk, yozlaşmış Avrasya rejimlerine duyulan hayranlığı gizleyecek bir maske değildir” sözleriyle itiraz ettiği de bu odaktı.
Seslerinin fazla çıkması bu görüşün Türk Silahlı Kuvvetleri’nde çoğunluk olduğu anlamına gelmiyor. Öyle olsa S-400’e en çok askerler itiraz etmezdi.
Türkiye, önceliği ve kutsalı karışık olanların orduya sızmasının maliyetini 15 Temmuz’da ağır bir şekilde ödedi. Bu darbe girişiminin toplumsal yapıya verdiği zararla her gün yüzleşmeye de devam ediyoruz. İnsanların dini kurumlara güveninin sarsılmasından iktidarın kendi gücünü tahkim etmek için 15 Temmuz’u sonuna kadar istismar etmesine kadar artçı etkiler de muhtemelen daha uzun süre de devam edecek.
Son yaşananlar ise yine tam olarak kime hizmet ettiği, Türkiye’nin toplumsal dokusunu ne kadar yansıttığı anlaşılamayan kişilerin yine etkili yerlere gelebildiğini gösteriyor.
Temel endişesi ülkesi ve toplumun geneli olmayan odakların karar mekanizmalarında etkin olması dün de yanlıştı bugün de yanlış.
Rusofiliden amansız Rus karşıtlığına ve Batı ne derse doğrudur ucuna savrulmadan bir dengeyi bulmak son tahlilde hem Türkiye’nin hem de bölgenin çıkarına.