Ukrayna savaşı başladığı ilk dakika beklentilerin ötesine geçti.
Herkes Rusya’nın Ukrayna’ya bir harekât düzenlemesini bekliyordu ama kimse bu ölçüde olacağını düşünmüyordu. Gerçi istihbarat raporları bir ölçüde öngörüyordu ama Ukrayna’daki genel duruma bakarsak Putin’in koca ülkeyi işgal etmeye çalışması çoğumuza sürpriz oldu.
Asıl sürpriz ise sonrasında geldi. Batı başta sert açıklamalar ve yaptırım tehditlerinde bulundu. İşte asıl bu noktada kimse işin bu noktaya gideceğini düşünmüyordu.
Mesele ne zaman yaptırım olsa genel kanaat bu tür uygulamaların arazide ciddi sonuç üretmeyeceğidir. İran yıllardır benzer cendereler içinde ancak yaptırımların getirdiği fakirlik ve geri kalmışlık artık İran’ın normali haline geldi.
İsrail Gazze’ye yaptırımların ötesinde sıkı sıkıya bir kuşatma uyguluyor. Belli dönemlerde yüzlerce Filistinliyi öldüren askeri operasyonlara rağmen siyasal olarak Gazze’de bir değişim yaşanmıyor.
Benzer çok örnek var. Ama Batı’nın Rusya karşıtı ortak tavrı bu bildik ambargoların ötesine geçti. Neredeyse her ağacın arkasında Rus arayan, dünyanın her yerindeki Rusların günlük hayatlarından Moskova’daki yönetimin bir parçası olan oligarkların küresel zenginliklerini ve sıradan bir Rus ailesinin günlük rutinini daha ilk dakikadan ciddi anlamdan olumsuz etkileyen bir süreç yaşanıyor.
Avrupa’nın unuttuğu tüm Soğuk Savaş hatıraları canlanmış durumda. Hatta Soğuk Savaş öncesi bile diyebiliriz. Malum Almanya, Soğuk Savaş boyunca İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki anlaşmalar gereği ciddi bir orduya sahip değildi. Son 70 yılını böyle geçiren Almanya’nın yeni Başbakanı Scholz’un “artık bir orduya sahip olacağız” açıklaması ciddi bir değişim işareti.
Aslında Ukrayna savaşı sonrasında Rusya’ya uygulanan yaptırımlar küreselleşmenin çok net bir fotoğrafını ve etkisini gösteriyor.
Soğuk Savaş’ta Rusya ve Çin, Batı kampı ile kutuplaşmayı uzun zaman sürdürülebilir şekilde yürüttü. Batı’nın Varşova Paktı’na karşı kullanabileceği araçlar NATO, çevreleme, direniş örgütlerine silah verme gibi daha çok askeri unsurlardı. Doğu Bloku’nun içe kapalı bir ekonomi kurması uzun süre bu kampın kendi kendine yetmesini sağladı.
Soğuk Savaş’ın ardından ise Rusya ve Çin on yıllar boyunca mücadele ettikleri Batı sisteminin unsurlarını bu sefer hukuki düzenlemelerden bağımsız olarak kendi çıkarına kullanmaya başladı.
Örneğin her iki ülke de sınırları içerisinde basın özgürlüğüne imkân vermez iken Batı’daki basın ve ifade özgürlüğünü kendi söylemlerini yaymak için sonuna kadar kullandı. Batı ekonomilerinin kendi içlerinde rekabetçi yapısının ve hukuki düzenlemelerin, ülke içinde uygulanmasına müsaade etmeden bu yapıyı Çin ve Rus ekonomisinin büyümesine kullanmak gibi. Gerektiğinde teknoloji casusluğu ya da anlaşılır dille teknoloji hırsızlığı gibi metotları da kullanarak tabii.
Gün geçtikçe her iki ülke karşı oldukları Batı sisteminin bir parçası haline geldi. Ukrayna’da yaşadığımız ise bugüne kadar daha çok tek taraflı yaşanan bu ‘kullanışlılığın’ Moskova’ya karşı işler hale gelmesi. Yani küreselleşme ve karşılıklı bağımlılık belki de ilk kez bu kadar bir silaha dönüşmüş durumda.
Zaman zaman duygusal ve hatta haksız uygulamalara varan bu tepkileri görünce insan sormadan edemiyor tabii: Suriye’de Rus uçakları yüzbinleri öldürürken aklınız tatile mi çıkmıştı?
Türkiye’ye gelirsek. Bu sürecin neredeyse Türkiye olmadan yürümesinin temelde iki sebebi var. Birincisi Türkiye’nin Rusya ile ilişkileri Soğuk Savaş zamanında da kendine özgü bir doğaya sahipti. Kimse Rusya’dan binlerce kilometre uzaklıkta olan ülkelerle Karadeniz’in Rusya ile birlikte temel iki oyuncusundan biri olan Türkiye’nin aynı tepkiyi göstermesini beklemiyor.
Asıl bugüne özgü olan ise Erdoğan yönetiminin bugün itibari ile Batı ile ilişkilerinin soğuk olması. Bir yanda özellikle Obama döneminde ABD’nin bölgeyi Rusya’ya bırakması ve 15 Temmuz’da Batı’nın darbeye karşı duyarsızlığı sonucu Rusya ile gelişen ilişkiler diğer yanda Erdoğan’ın Batı karşıtlığı üzerinden tek taraflı tahkim ettiği, S400’lerin de içinde olduğu ölçüsüz Rusya yakınlaşması bugün Ankara’nın elindeki seçenekleri sınırlıyor.
Türkiye Rusya’nın kendisine de ne ölçüde tehdit olduğunun farkında. Erdoğan bunun için çok geç kalmış olsa da mevcut durumda Ankara, Moskova ile arasındaki asimetrik ilişkiyi yeniden gözden geçirmesi gerektiğini bilerek adım atmaya çalışıyor. Temel amaç Ukrayna’yı tutmaktan çok Rusya’dan uzaklaşabilmek.
Ama özellikle Erdoğan’ın tek taraflı ve çoğunda devlet kurumlarının muhalefetine rağmen sürdürdüğü Putin yakınlaşması ve anti-Batı tavrı Türkiye’nin Rusya ile yeni denge arayışında daha çok kendi imkanları ile hareket etmesini mecbur bırakıyor.
Son tahlilde Rusya’nın bu agresif tavrı Türkiye’yi Soğuk Savaş benzeri bir jeopolitik kurguda yeniden güvenlik odaklı önemli bir noktaya oturtuyor. Ancak özellikle Biden yönetiminin Erdoğan karşıtı tavrı yeni jeopolitik haritada Türkiye’nin yerinin netleşmesinde süreci yavaşlatıyor. Eğer Ankara ile diyalog kanalları işler hale gelirse bu herkes için daha öngörülebilir bir sistemin işlemesini sağlar.
“Kendi göbeğimizi kendimiz keseriz” kulağa güzel gelen bir söz. “Yeni bir dünya kurulur Türkiye de orada yerini alır” da. Ama arazideki gerçekler her zaman sözlerin ağızdan çıktığı kadar kolay şekillenmiyor.