Türkiye’nin öncelikle komşuları ile ama mümkünse Yunanistan dışında hemen herkesle ilişkilerini hal yoluna koyma süreci yeni değil. Aslında temelde itiraz edilecek bir konu da değil.
Ama bu normalleşme sürecini Erdoğan yürütünce onun yoğurt yeme tarzı her şeyi belirler hale geliyor. Kimi zaman sürecin nasıl yürütüldüğü ve ne pahasına yürütüldüğü ne yapıldığından daha önemli oluyor.
Aylardır, bırakın ülkesini kendi yaşadığı şehri bile tam kontrol altına almaktan aciz Beşşar Esad ile Erdoğan’ın karşılıksız ve bir an önce normalleşme çağrılarına, karşı taraf ısrarla anlamlı bir karşılık vermiyor.
Son dönemde yaşanan önce MİT Başkanı Hakan Fidan’la başlayan sonra Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın dahil olduğu Suriye tarafı ile yapılan görüşmeler deyim yerinde ise Rusya’nın zorlaması ile gerçekleşiyor.
İşin ilginci burada görüşmelere zorlanan taraf Suriye. Şam yönetimi, Türkiye’den askerlerini tümüyle çekmesi ve ülkedeki muhaliflere desteği kesmesi dahil birçok talepte bulunuyor. Bunlara rağmen Türk tarafı ile masaya oturmak için Moskova tarafından adeta itiliyor.
Türk tarafının görüşmeden beklentileri Suriye’nin yeniden imarı, savaş suçlarının gereğinin yapılması, Suriyelilerin mülklerinin iadesi gibi maddeler. Ama temelde iki amaç mültecilerin tekrar ülkelerine dönmesi ve PKK’ya karşı Rusya, Şam ve Türkiye birlikte mücadele edilmesi.
Aslında maddelerin hepsi kediyle ciğer pazarlığı gibi. Yeniden imar edilecek ülkeyi bir yıkıntıya çeviren Şam’ın kendisi, tabii Rusya ve İran’ın cömert katkıları ve suç ortaklıkları ile. Kimyasal silah kullanımından sivilleri öldürmeye, kutsal mekanları hedef almaktan gıda ablukasına kadar savaş suçlarını işleyen de zaten rejim. Ülkeden kaçanların mallarına el koyan da kendisi.
Mevcut rejim ile yapılacak herhangi bir anlaşmanın Türkiye’deki mültecileri geri dönmeye ikna etmesi için de ortada sebep yok. Rejim yanlısı Suriyeliler bile ülkedeki ekonomik krizden, enerji darboğazından, enflasyondan mustarip. Ortada yaşanacak bir ülke kalmadı.
Ola ki Türk askeri Suriye’nin kuzeyinden çekilmeye kalksa oradaki sivillerin bir yolunu bulup sınırın bu tarafına geçmeyeceğinin de garantisi yok.
PKK ile mücadele meselesi ise birçok açıdan gerçekçi değil, ortada böyle bir niyet de yok. Suriye’nin belli bir bölgesini anahtar teslimi emaneten PKK’ya zaten Şam rejimi teslim etti. Bugün TSK’nın hedef aldığı PKK noktalarında YPG/SDG unsurlarıyla birlikte rejim askerleri ölüyor.
Bu rejim nasıl olup da PKK ile mücadele edecek ve neden etsin? Ortada iç savaş yok iken PKK saflarında Türkiye’ye karşı savaşmayı resmi askerlik hizmetine sayan bir ülke var karşımızda. Kaldı ki PKK/YPG ile mücadele etmek istese bile Şam’da İran ve Rusya’nın yokluğunda mutlak bir kontrol sağlayamayan Şam hangi ordu ile PKK’ya karşı savaşacak? Bölgenin en donanımlı ordularından TSK’nın PKK ile mücadelede verdiği şehitler ortada iken Şam bunu hangi kapasite ile yapacak?
PKK, Türkiye’deki silahlı mücadelesini çoktan kaybetti. Ama Suriye’de bu nokta hiç de yakın değil.
Gelinen noktada Erdoğan’ın ülkesinin itibarını seçimi kazanmak için yürüttüğü süreçlerde birinci plana koymadığı ortada. Evet ülkeler bazen savaşır bazen barışır ama bunun her ikisinin de rasyonel sebepleri olur.
Daha ortada Rusya’nın Ukrayna’yı işgali yok iken, Türkiye’nin içinde olduğu jeopolitik darboğazı aşmak için aceleci, detaylı hesapları yapılmadan, kar-zarar defterine bile bakmadan başlatılan normalleşme süreçlerinin sanki Ukrayna savaşı Türkiye’nin masadaki jeopolitik sermayesini artırmamış gibi sürdürülmesi en hafif tabirle öngörüsüzlük.
Dinamik bir süreç izlemesi gereken diplomatik ilişkilerin anlık kararlara esir olan geri dönüşsüz adımlarla ilerlemesi ise Türkiye’ye maliyet üretiyor.
Erdoğan’ın hemen hemen her icraatına karşı çıkan muhalefetin de Beşşar Esad ile normalleşmenin ne adına ve ne maliyetle yapıldığını sorgulamaması da işin başka boyutu. Suudi Arabistan Prensi Muhammed Bin Selman ile görüşmeyi ‘katille el sıkışmak’ olarak kodlayıp Esad ile görüşmeyi ‘aklın duygulara galebe çalması’ olarak görmek için meseleye nereden bakmak gerekiyor acaba?
Erdoğan’ın, Suriye’nin haritadaki sınırlarının içinde anlam taşımayan Esad ile normalleşmesinin bedeli Rusya’nın milyarca dolarlık enerji borcunu seçimlerin sonrasına ötelemesi ile karşılanıyor olabilir.
Toplumun mülteci yorgunluğu da ‘sınır ötesi harekât ya da barış ile nasıl olursa olsun ama Suriyeliler gitsin yaklaşımını’ açıklayabilir.
Ama Suriye’nin kapasitesi ve arazideki gerçekler ‘işte normalleşmenin ilk adımları’ başlıklarının altını doldurmaya yetmiyor.