Deprem bölgesindeki yayınlarda orada ne olduğunu en çarpıcı şekilde anlatanlardan biri Habertürk’te Mehmet Akif Ersoy’un yayın sırasında kameraların ışıklarını söndürdüğü andı belki de.
Ortada cenaze, enkaz görüntüsü, bir binanın çöküş anı yoktu ama karanlık, kapkaranlık bir gecede dondurucu soğuğun hakimiyetindeki sessizlik ve yalnızlık bölgedeki dramı çok keskin bir şekilde yüzümüze çarpıyordu.
Anadolu tarihinin en büyük yıkımlarından birinin üzerinden 13 gün geçti iktidar hala bölgede ışıkları yakamadı. Gece çöktüğünde yine karanlık tüm deprem bölgesinin tek hâkimi haline geliyor.
Depremin büyüklüğü karşısında yapılabilecekler sınırlı belki ama sürekli ‘güçlü devlet’, ‘muktedir otorite’ üzerinden şişirilen devlet imajı toplumun gözünde uzun süre bir daha toparlanamayacak.
Düne kadar İstanbul depremi olduğunda devletin iyi-kötü bir varlık göstereceğini düşünenlerin şimdi en büyük korkusu Kuzey Marmara fay hattının bize son depremin yaralarını sarmaya, İstanbul’u en az zarar görecek şekilde yenilemeye ve kapasitesi enkaz altında kalan Ankara’nın tekrar toparlanmasına yetecek vakti vermeme ihtimali.
Allah korusun zaten herkesin kâbusu olan İstanbul depremi bir de kısa vadede gerçekleşirse ülke olarak çok ama çok zor on yıllar bizi bekliyor olur.
İktidarın gerek kendi kapasitesini gerek devlet kurumlarının gücünü gerekse de sivil toplumun enerjisini koordine edememesi, mevcut imkanları gerektiği gibi kullanamaması nedeniyle hem can hem de mal kaybı ciddi boyutta arttı.
Erdoğan bu açığı iletişim faaliyetleri ile kapatmaya çalışıyor. Burada siyasal iletişimin ve propagandanın siyasetin yerine geçmesine dair bir parantez açmak gerek.
İktidar uzun süredir toplumun sorunlarına çözüm üretme potansiyelini hem önceliğinin değişmesi hem de buna yetecek kapasitesinin kalmaması nedeniyle kullanamıyor. Buradan doğan açık ise siyaset mühendisliği ve iletişim faaliyetine ağırlık vererek kapatılmaya çalışıyor.
TOGG projesi, enerji kaynakları keşfi gibi birçok başlıkta aynı konunun onlarca kez lansmanının yapılması ile icraattaki eksikliğe çözüm üretiliyor.
Depremde de benzer bir strateji önce “Asrın Felaketi” söyleminde son olarak da birçok kanalda ortak yayınlanan yardım kampanyasında görüldü.
Hükümetin girişimi hem iletişimin bizatihi kendisinin öncelik hale geldiğini hem de devleti her şeyin merkezine yerleştirmenin depremin acılarını derinleştirdiğini daha görünür kıldı.
Devletçilik Türk siyasi partilerinin hemen hepsinde olan bir tutum. Ne kadar ‘insanı yaşat ki devlet yaşasın’ ifadesi dillerde olsa da günün sonunda devletin, devlet adamı sayılmanın milletin önüne geçmesi tedavi edilemeyen aşırı bir tavra dönüşmüş durumda.
Erdoğan’ın önceki akşam televizyonlarda devlet kurumlarını milletin önüne koymasının ise iki sebebi var. Birincisi kendisini bizatihi devlet ve devletin sahibi olarak görüyor olması.
Bu yaklaşım tümüyle sivil bir alanda, neredeyse devlete rağmen var olmuş bir siyasi hareketin geldiği yeri göstermesi açısından önemli. Artık toplumun geneline değemeyen, sivil inisiyatifi motive edemeyen, geçelim farklı mahalleleri 12 milyonluk kendi teşkilatını bile SMS kampanyasında seferber kılamayan bir Erdoğan, tümüyle devlete mahkûm olmuş durumda.
İkinci sebep ise sivil toplumun iktidardan bağımsız yardım kampanyası düzenlemesinin ve ülkenin diğer aktörlerinin öne çıkmasının yaklaşan seçimlerde maliyet üretmesinin önüne geçme arzusu.
Erdoğan’ın elinde devletten başka aygıt kalmadı. Yani yardım yapılıp yapılmamasının ya da ne kadar yapıldığının geride kaldığı, devletten yani Erdoğan’dan başka ya da daha çok kimsenin yardım edemediği bir propaganda faaliyeti idi izlediğimiz.
Deprem bölgesinde verilemeyen elektriğin, aydınlatılamayan gecenin maliyetini iktidar halkla ilişkiler kampanyaları ile yönetmeye çalışıyor.
İstanbul’da yakılan stüdyo ışıkları ise Malatya, Maraş, Hatay ve Adıyaman’da depremin karanlığını delemiyor.