Cumhurbaşkanı Erdoğan son dönemde farklı bir iletişim tarzı yürütmeye başladı. Özellikle gençlerle daha yakın diyalog kuran, daha sıcak, daha insani ögeler içeren, siyasetin sert havasından uzak bir profil çizmeye çalışıyor Cumhurbaşkanı. Adana’daki programla görünür hale gelse de Millet Kütüphanesi’nde gençlerle yapılan programların işaret fişeğini verdiği bir tarz deneniyor. En azından, eskiden Erdoğan’ın iki yanında yer alan ve ağır devlet havası veren bayrakların yer aldığı, Erdoğan’ı gençlerden yukarıda konumlandıran, bir ast-üst ilişkisi ile çerçevelenen başarısız örneklere bakınca yeni denemelerin üzerinde daha fazla çalışıldığını tahmin etmek zor değil.
Bu tarz tek başına bir anlam ifade ediyor şüphesiz. Cumhurbaşkanı da ekibi de Erdoğan’ın alışıldık mülakatlarının eskisi gibi izlenmediğini ya da istenen etkiyi yapmadığını görmüş olmalı ki farklı bir yol deniyorlar. Bu kurgunun ve daha önce de Truman Show olarak adlandırdığım başı sonu belli, istenmeyen sürprizlere yer olmayan programların istenen amaca ne kadar hizmet edeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ama üzerine konuşmak için beklememiz gerekmiyor.
İletişimin en temel kurallarından biri büyük ihtimalle sahicilik. Rahmetli Mehmet Ali Birand son 30 yılın ekranda en çok seyredilen figürlerinden biri idi. Yaptığı haberciliğe ve programlara da bugünkü birçok örneğinden daha fazla güvenilirdi. Elbette uzun meslek yaşamında birçok eleştirilecek tutumu da olmuştur ama en azından bu yazının konusu o değil.
Birand’ı farklı kılan en önemli özelliği sahiciliği idi. İnternette Birand ve gafları diye yazınca çıkanları izlemek yeter. Ama herkes biliyordu ki o gaflar da gafları düzeltme çabası da yanlışlardan dolayı dilenen özürler de gerçek idi. Bu da ne yaparsanız yapın yaptığınızı inanılır kılıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı bugüne kadar farklı kılan da gaf yapmaması, yanlışsız olması değil hatta bilakis sert mizacı, insanlarla filtresiz diyalogu, kimi zaman konuştuklarına çıkışması, yabancı liderlerle diyalogunda teamülleri zorlayan sahiciliğiydi. Ama o gün bunu yapan Erdoğan’ın hatalarını örtecek siyasi başarıları, seçmenlere vadettiği bir gelecek, iletişim kazalarını yönetecek ekibi ve seçmen nezdindeki karizması vardı.
Bugün hükümetin başarısız performansı nedeniyle vatandaşla doğrudan diyalog kurmanın kendisi bizatihi yönetilemez hale geldiği için artık Erdoğan vatandaşlara gitmiyor, Cumhurbaşkanı ile görüşmesi ‘uygun’ bulunan seçmenler, gençler, vatandaşlar Erdoğan’a gidiyor. Bu da arada yaşanan diyalogu, konuşmayı sahicilikten çıkarıyor.
Karşı kampta ise tam da bunun tersini yapan siyasiler var. Her gün sokakta insanlarla filtresiz ve aracısız temas eden muhalefet liderleri bulunuyor. En azından benim hatırladığım Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener ve Ahmet Davutoğlu bu temasları sırasında protesto da edildiler. Kendilerini sevenler olduğu kadar sevmeyenler de var ve bunu en sert şekilde ifade etmekten de çekinmiyorlar. Ama bu protestolar bile bizatihi kurulan temasın, seçmenle karşı karşıya gelmenin ne kadar hakiki olduğunu ortaya koyuyor, yaşananın gerçekliğini teyit ediyor. Erdoğan’ın, her siyasetçinin hele de ülkeyi yöneten bir siyasetçinin başına gelebilecek protestolarla karşılaşmıyor olmasının nedeni gerçek hayatla temas etmemesi.
Bir diğer önemli kriter ise sürecin odağında kimin, neyin olduğu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Adana’da gençlerle bir araya geldiği programın Cumhurbaşkanlığı’nın sayfasındaki fotoğraflarına baktım. Genel fotoğrafların dışında hepsine tek bir odak var, o da Erdoğan’ın kendisi. Halbuki siyasal iletişimin temelinde sevinci ve üzüntüsü ile, desteği ve tepkisi ile vatandaşın olması beklenir.
Bütün bunların üzerine neredeyse tüm televizyon kanallarının eş zamanlı olarak daha önceden çekilmiş, kurgulanmış, üzerinde çalışılmış bir yayını sorgusuz sualsiz yayınlaması aslında verilmek istenen ‘gençlere ulaşmakta problemi olmayan lider’ imajının da altını boşaltıyor. Tam da gençlerin tepki gösterdiği baskın otorite figürünü sosyal medya ve televizyonlar üzerinden bu kadar hissedilir şekilde görünür kılmak hem asıl meselenin ne olduğunu bir kez daha kayda geçiriyor hem de tek bir kanaldan ulaşamama korkusunu ve altında yatan güvensizliği dışa vuruyor.
Son tahlilde tüm iletişim çabaları, formatlar, mecralar siyaseten neyi temsil ettiğinizin ve ne söylediğinizin çevresinde bir anlam ifade ediyor. Seçmene, topluma söyleyecek yeni söz yok ise ya da toplumdaki beklentilere, eleştirilere verilecek bir cevap bulunamıyorsa iletişimin gücü de sınırlı. Post-truth, gerçek-ötesi, algıların belirleyici olduğu, insanların inanmak istedikleri şeye inandıkları, alternatif-gerçeklerin gerçek-gerçeklerin yerini aldığı bir zamanda bile hayatın kendisi siyasette belirleyiciliğini hala koruyor.
Ne kadar güzel paketlerseniz paketleyin, kurdele açıldığında içinden çıkan siyasi mesajın içeriği asıl belirleyici olacak. Kurdeleyi çözecek olan da seçmenin bizatihi kendisi.