Sonuç hayal kırıklığı oldu.
Selçuk, özel sektörde gösterdiği başarıyı kamuda gösteremedi. Tüm dünyada, ilgilendirdiği kişi sayısı, kapsamı, katmanlı yapısı ve sorunları ile zaten zor olan eğitim konusunda modern zamanın en büyük küresel krizinde muadilleri arasında en kötü performanslardan birini Türk Millî Eğitim’i gösterdi.
Mart 2020’den beri süren Korona salgını boyunca ilk hedef hep okulları kapatmak, öğrencileri evlerine tıkmak, teknolojiye eşit erişimi olmayan milyonlarca öğrenciyi televizyondan yayınlanan EBA oyuncağı ile oyalamaya çalışmak oldu. Başta, işlerine mecbur gitmesi gereken sağlık çalışanlarının okul çağındaki çocukları ve dezavantajlı kesimlerin eğitimi olmak üzere sorumluluğunu yerine getirmeyen, okulları ne zaman açıp kapatacağını, hangi seviyedeki okulları ne kadar açık tutacağını bile yönetemeyen Selçuk’un görevden alınması hem eğitim camiası hem de kendisi için iyi oldu.
Selçuk’un arkasına saklanıp; hastanelerin, iş yerlerinin hatta restoranların açık olduğu zamanda bile üniversiteleri açmaya cesaret edemeyen YÖK yönetimini de ayrıca not etmek gerek. Yekta Saraç’ın tek günahı pandemi de değil ayrıca. İstanbul Şehir Üniversitesi’ni kapatan süreçteki koşulsuz desteğini de biliyoruz. Akademisyen ihraçlarına tek kelime etmemesini de. Neyse ki o da gitti.
Yeni Millî Eğitim Bakanı Mahmut Özer görevi devralırken ilk açıklamasında hedefinin okulları açmak olduğunu söyledi. 3 yıldır Selçuk’un bakan yardımcılığı görevini yürüten Özer, sorunun ne olduğunu zaten görmekte olduğunu da bu vesile ile ifade etti.
Özer’in bu sözlerinin ardından da dev eğitim mekanizması tepedeki ismin irade koyması üzerine işlemeye başladı. Devlet mekanizması biraz böyle. Yavaş işleyen, kolay harekete geçmeyen sistem ancak yukarıda kararlı bir irade gördüğünde çalışmaya başlıyor.
Bakan Özer’in verdiği bilgiye göre 6 Eylül’de; aradaki belirsiz, kesintili ve verimsiz dönemleri saymazsak fiilen bir buçuk yıldır kapalı olan okullar kapılarını açacak. 18 milyon öğrenci yeniden sıralarına dönecek. Bir milyondan fazla sayıda öğretmen, kronik hastalıkları olanlar dışında yeniden tahta başında ders verecek.
Burada bazı sorunlar var elbette. Her gün düzenli olarak işe gidilen, restoranlarda yarım metrenin altında mesafelerle maskesiz bulunulan, toplu taşıma araçlarında sadece İstanbul’da günlük 13 milyon kişinin seyahat ettiği bir ortamda öğrencilerin okula gitmesine karşı çıkanlar olabilir.
Özellikle Delta varyantının gençler üzerinde daha etkili olduğu bir dönemde öğrencilerin, öğretmenlerin ve dolayısıyla velilerin sağlığını korumak için gerekli önlemlerin alınması şart.
Aşılamada yeterli seviyeye ulaşılamadığı için de büyük ihtimalle vaka sayılarında artış yaşanacak. Ancak Ramazan Bayramı’nın ardından normalleşme döneminde de vaka sayıları arttı, kimse restoranları kapatalım demedi. Turizm sektörü faaliyet geçince salgın hızlandı, kimse oteller kapansın diye yollara düşmedi. Muhtemelen okullar açılınca da vaka sayıları yükselecek. Ama bu sefer sanki asıl çözüm buymuş gibi ‘okullar kapansın’ diyenler çıkabilir. Bu durumda eğitimi zaten en arkaya atmış bir ülkede okulların açık kalmasında ısrar etmek gerekiyor.
Burada da sorumluluk Eğitim Bakanı’ndan çok Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya düşüyor. Sağlık gerekçesi ile okulları kapatalım diyenlere Özer’le birlikte onun itiraz etmesi ve toplumu ikna etmesi gerekiyor.
Okulların açılmasına yaklaşık bir hafta kaldı. Aşı olabilecek çağdaki muhtemelen 2-3 milyon liseli öğrencinin aşılanması ve hastalığa karşı yeterli antikor üretmesi için önümüzdeki süre çok kısıtlı. Bunun için de aşı tereddüdünün giderilmesi ve özellikle öğrenciler için bir kampanya planlanması elzem. Her gün hayatını kaybedenlerin ne kadarının aşısız olduğunun açıklanması bile akla gelen ilk adımlardan olabilir. Yoğun bakımlardaki doktorların bireysel olarak paylaştıkları bu verilerin Türkiye genelindeki durumu, neden Sağlık Bakanı tarafından paylaşılmıyor anlamak zor.
Önümüzde sadece bir hafta var ve milyonlarca öğrencinin aşılanması gerekiyor. Eğitim-öğretim yılının ilk günü okullarda kurulacak aşı merkezleriyle bile önemli bir ilerleme sağlanabilir. Zorunlu PCR testleri de geç kalmakla birlikte olumlu bir adım.
“Aşı olmayalım, PCR testine gerek yok, maske masraf” mantığı ile ıslık çalarak bu sorundan kurtulmamız ve normalleşmemiz mümkün değil.
Çöpe giden bir buçuk yılın ardından milyonlarca öğrencinin eğitim hayatı, bozulan psikolojilerinin düzeltilmesi, servisçisinden öğretmenine ve bağlı onlarca sektörüne kadar normalleşmenin sağlanabilmesi için yeni Millî Eğitim Bakanı’nın çabası bir şans. Bakalım Sağlık Bakanı Koca bu konuda üzerine düşeni yapabilecek mi?