Gece uyumaktan, üşüyünce üzerimize hırka almaktan, pencere açık mı kaldı diye bakmaktan utandığımız zamanlar.
Eğmeden bükmeden söylemek lazım. Her dakika binlerce insanın yıkıntılar altında ne zaman öleceğim diye beklediği zamanlar.
15 yaşında kızı enkaz altında kalmış bir babanın yavrusunun cansız elini bırakıp gidemediği, boşluğa dönük bakışlarının yüreğimizi delip geçtiği, aldığımız nefesin ar geldiği zamanlar.
Yazmanın ağlamaktan zor olduğu, isyanın akla galebe çaldığı, muvazeneyi korumanın insanüstü inat istediği zamanlar.
Ateş düştüğü yeri yakar elbet. Orada molozların başında duran, elinin ulaşamadığı yakınlarının acısının dışardaki soğuğa rağmen içini kor gibi yaktığı insanların ne hissettiğini düşünmek bile akla ziyan.
Dönüp dönüp bu kadar büyük bir felakette ne yapılabilirdi diye soruyorsunuz. Arka arkaya cevaplar hücum ediyor insanın zihnine.
Bir kere felaket neden bu kadar büyük ki? Depremin şiddetinden değil sadece. Üç binanın ortasındaki sapasağlam ayakta. Sağdaki ve soldaki binalar un-ufak. Demek tek sorun titreyen arz değil.
Kolayı müteahhitleri suçlamak. Onların sorumluluğu elbette vardır ve hesabı sorulur. Ama karakolun yanı başındaki eve her hafta hırsız girdiğinde oradaki polise “hemşehrim sen burada ne işe yarıyorsun?” demeyecek miyiz?
Eğer Maraş depreminde 15 bin bina değil de düzgün bir yapılaşma ile 1000 bina yıkılsa idi, keşke çok daha azı hasar görse idi böyle mi olurdu durum?
Binaların hepsi mi 25 yaşında? Hepsini mi eskiler yaptı, onayladı?
Sadece 2-3 yıl iktidarda olan bir yönetime yüklenirken insaflı olmak gerek kabul. Ama 22 yıl ülkeyi yönetenler aynı kişilerse kime soracağız?
Yapmayın etmeyin denilmesine rağmen fay hattının üzerine inşa edilen Hatay havalimanı pisti kullanılamaz hale geldiğinde, Atatürk havalimanı pistinin üzerine sırf bir daha kullanılmasın diye yapılan inşaat havsalamızı boğmayacak mı?
15 milyonu etkileyen geniş bir alanda onlarca karayolu ve birçok havaalanı ile ulaşılması kağıt üzerinde mümkün olan bir bölgeye bu kadar geç varılabilirken, daracık bir yere sıkışmış 10 milyonluk İstanbul’un Avrupa yakasını bir ada haline getirme çabası korkutmayacak mı bizi?
Tek bir köprü yıkıldığında yüzbinlerce insan çaresiz kalırken Kanal İstanbul ile İstanbul’un Avrupa yakasını depremin insafına terk etme inadını da mı hatırlamayacağız?
O zaman da mı ‘ama tarihin en büyük depremi ne yapalım’ deyip geçeceğiz?
Depremin ilk saatinde “benden değil” diye diğer parti belediye başkanlarını aramayıp sonra “gün birlik günü” diye konuşulmasını içimiz nasıl kaldıracak?
Afet anlarında alanda ne yapıp ne edildiği, tek bir canın bile kurtarılması için gösterilen çaba her şeyin önünde. Ama bir de empati var. Acıya ortak olmak var.
Ortak olmayı geçelim, yaşanan acıyı anlama, kabul etme, hak verme var.
“Günü gelince açılacak defterler” ile tehdit ederek kiminle bir duygudaşlık kurulur ki?
İnsanın içi yüzüne yansımaz mı? İçindeki merhamet, sorumluluk duygusu gözlerinden geçmez mi karşısındakine?
Mesele sadece rakamlar mıdır? Ambulans sayısı, kurtarma ekiplerinin çokluğu, gönderilen milyarlar beton kirişler altında kalan insanların acısı ile teraziye konsa hangisi ağır çeker?
Ekranda ağlayanlar, gözyaşları ile yardım çağrısı yapanlar, boğazı düğümlenenler, yayında sesi çıkamayanlar, depremzedelerle temas ederken gerçeğin yükü altında ezilenler gözlerimizin önünde. Bir tane sorumluluk sahibinin gözyaşı o rakamlardan daha fazla empati anlatmaz mıydı sokağa?
Her şey mi bu kadar mekanik? Acil servislerdeki doktorlar ‘feryatları duymaktan yüreğimiz şişti’ derken ne zaman bu kadar soğukkanlı devlet adamları kapladı ortalığı?
Depremin değmediği on milyonlarca insan yardım için çırpınırken “Kimseye para vermeyin sadece AFAD’a para aktarabilirsiniz” demenin arkasındaki tek sebebin koordinasyon endişesi olmadığı görülmesin mi?
Kaldı ki eline bir günde milyarlarca dolar verseniz devletin bir kurumu tek başına 15 milyonun derdine derman olabilir mi?
Size koordinasyon yapmayın diyen yok ki! Bıraksanız da herkes ülkesinin derdiyle dertlense, kendisi bir ucundan tutsa, acısını sadece uzaktan hissetmeyip yaraya merhem olduğunu düşünse fena mı olur?
Üzerine valilik bezi asılan belediye yardım tırlarını bu ülkenin insanı yine bu ülkenin insanına göndermiyor mu?
Cevabının kimseyi geri getiremeyeceği çığlık çığlığa soruların insanın beynini, ruhunu tükettiği zamanlar.