15 Temmuz 2016’da topu topu bir hafta önce sona eren Ramazan Bayramı ile ertelenen düğünlerin hepsi sıraya girmiş, on gün önce iftarlara ev sahipliği yapan mekanlar akşam düzenlenecek nikah merasimlerine hazırlanıyordu.
O sabah bir eş dost sohbetinde laf dönüp dolaşıp Türkiye’de tekrar bir askeri darbe olur mu tartışmasına gelse muhtemelen herkes çok uzatmadan ‘geçti o günler’ derdi.
İktidara karşıt olanlar için de iktidarın arkasında duranlar için de ülkenin önceki on yıl içindeki tecrübesi ile askerlerin artık kışlalarından sadece iç ya da dış güvenlik gerekçesi ile çıkacağını öngörmek mantıklı olandı.
Distopik 15 Temmuz gecesi; 28 Şubat’ta yaşananlara, e-muhtıralara rağmen askerin silahla yapabileceklerine şahit olmayan, 12 Eylül’ü kitaplardan ya da yaşı yetenlerin anlattıklarından bilenler için sürekli kutsanan askeri üniforma taşıyanların kanun dışına çıktığında neler yapabileceğini unutulmayacak bir şekilde hafızalara kazıdı.
O gün ne olup bittiğine aklı erecek yaşın üstünde olan herkesin askere, darbeye, asker-sivil ilişkisine dair farklı bir görüşü var. Aynı şekilde seçilmiş hükümete darbe yapmaya niyetlenen orduya alkış tutabilecek bir toplum kesiminin varlığı da görülmüş oldu. O kesimin hayal kırıklığı darbeye ‘bizim çocukların’ değil İslamcı diye tarif ettikleri FETÖ’nün niyetlenmesi idi. Yoksa ilkesel bir karşı duruş yoktu.
Gelecek onyıllar boyunca da bu hafıza bir yere kaybolup gitmeyecek ve ‘darbe işi geride kaldı’ cümlesi tereddütsüz bir ses tonu ile kurulamayacak.
Şimdi Kara Harp Okulu’nda bir grup teğmenin resmî tören sonrası ettikleri korsan yemini ve attıkları sloganları bağlam dışında değerlendirip, herhangi bir okulda, herhangi bir ortamda, kendiliğinden gelişmiş bir olay gibi görüp oksijen çadırında yaşanan bir hadise olarak değerlendirmenin önünde engel olarak bu geçmiş duruyor.
Harp Okulu’nun Türk siyasi tarihinde ve TSK içindeki gerilimlerde bir aktör olduğunu yok sayıp, Harp Okulu mezunlarının ant içenler-içmeyenler diye ayrılmasının muhtemel mahsurlarını görmeden süreci değerlendirmek en hafif tabirle eksik kalacaktır.
Muhalefetin orada edilen yemin, atılan slogan, çatılan kılıçlar üzerinden ‘ne var bunda’ diline geçmesi de her şeyden önce CHP’nin kendisini militarist çizgiden koparma çabasına zarar veriyor.
İktidara gelince. Türkiye’de iktidarlar seçimle gelmeli, seçimle gitmeli elbette. Gücün tek meşru kaynağı da demokratik yollarla kendisini ifade eden halk iradesi.
Ancak siz kendiniz demokratikleşmedikçe, sivilleşmedikçe, demokratik kurumları ve kuralları işler hale getirmedikçe hatta aksine demokratik bir devletin hukuk ve sivil toplum başta olmak üzere tüm dinamiklerini işlemez hale getirdikçe toplumun, devletin, kurumların ve
günün sonunda bireylerin otoriter ve demokrasi dışı eğilimler geliştirmesinden de şikâyet etmeye hakkınız olmaz.
Erdoğan’a ve AK Parti’ye 15 Temmuz’da devleti ve kurumlarını yeniden kurgulaması için neredeyse boş kâğıt verildi. Erdoğan ise tarihte çok az gelebilen böyle bir şansı sistemin arızalarını gidermek, sağlıklı bir devlet ve demokrasi kurgulamak yerine bireysel önceliklerine göre yeni bir iktidarı tahkim etmek için kullandı.
İşin askeri okullar ve ordunun yeniden kurgulanması ayağında da siyasi içerik üretmeden, demokratik bir çerçeve çizemeden, ‘iki satır yazı, üç atama’ ile her şeyin değişebileceği iddiasının birçok başlıkta olduğu gibi burada boş olduğu ortaya çıktı.
Toplumun tüm kesimlerine liyakat bağlamında açık olması gereken bir kurumu farklı öncelikler üzerinden şekillendirmeye çalışmanın o kuruma da ülkeye de ne kadar maliyet üretebileceğini 12 Eylül’de de, 28 Şubat’ta da, 16 Temmuz’da da yeterince gördük.
Bugün AK Parti ve Erdoğan daha önce ilkesel olarak net pozisyon alabildiği bir durumda köşe yazıları üzerinden üstü kapalı mesajlarla süreç yönetmeye çalışıyor. AK Parti içinde ve Erdoğan’ın çevresinde daha önce benzer süreçlerde demokratik ve ilkeli rota tayin etmiş kişilerin ya tümüyle tasfiye edildiği ya da etkisizleştirildiği bir dönemde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bile daha net pozisyon alabiliyor.
O korsan yeminden darbe işareti çıkarmak da baskıcı iktidara alternatif güç ummak da aşırı. Ama nihayetinde mesele iktidarın ülkeyi yönetme kapasitesinin ve siyaset kaslarının geldiği yere işaret ediyor. Bir de bu toprakların siyasi kültürünün dönüp dolaşıp aynı yere geldiğine