Muhalefetin kendi içindeki uyumsuzluğu, gündemsizliği, önceliksizliği ya da aday belirlemedeki çelişkileri ortada iken yine de bir iktidar değişikliği istemenin ya da iktidar değişikliğinin Türkiye’ye iyi geleceğinin düşünülmesinin arkasında ne yatıyor olabilir?
Ya da iktidar toplumda nasıl bir his uyandırdı ki en azından seçmenin bir kısmı ne olursa olsun da hükümet değişsin noktasında?
Muhalefet için kullanılan tanımlamalara itiraz edilebilir. Bazılarının ağırına da gidebilir. Hatta bir ölçüde haksız da olabilir. Nihayetinde özgür siyaset üretebilme imkanlarının çok partili dönemde olmadığı kadar sınırlandığı ve işin kötüsü toplumun azımsanmayacak bir kesimi tarafından da bu haksızlıkların normal hatta meşru olarak kabul edildiği verili bir durum var elimizde. Dolayısıyla muhalefete yüklenirken biraz daha insaflı olmak gerekebilir.
Nitekim bütün bu engelleme, maddi kaynaklardan mahrum bırakma, kişisel aşağılama ve baskılama, yakınlarını bile ekmeksiz bırakma pratiklerine rağmen muhalif bir siyaset takip edebiliyor olmanın kendisi bizatihi önemli.
Ancak sadece bu çabanın ya da duruşun bir ülkeyi yönetmek için gerekli toplumsal desteği sağlamaya yetmediğini kabul etmek lazım.
Muhalefete dair eleştirilere rağmen PANORAMATR araştırmalarında “Muhalefet tarafından desteklenen bir lider ülkeyi bugünden iyi yönetir mi?” sorusuna verilen cevap “evet”.
Katılımcılara ilave olarak Türkiye’deki ekonomik ya da güvenlik sorunlarını muhalefet çözebilir mi dediğinizde olumlu cevaplar olumsuz düşünenleri geçmiyor. Yani çoğunluk muhalefetin ne ekonomi ne de diğer alanlarda sorunları çözeceğine inanıyor.
Ama buna rağmen muhalefetin adayının ülkeyi bugünden daha iyi yöneteceği düşünülüyorsa burada sorun an itibariyle Türkiye’nin kötü yönetildiği algısının yerleşmiş olması. Hatta kim gelirse gelsin bundan daha kötü yönetmesinin mümkün olmadığı görüşü var.
Aslına bakarsanız bu yaklaşımın haklılık payı yok değil. Ülkenin genel fotoğrafına hızlıca bakmak genel fikir veriyor. Ekonomide ülkenin mali yapısının uzun vadeli sağlığına dair verilerin hemen hemen hepsi alarm veriyor.
Enflasyonun baz etkisi ile düşmüş hali yüzde 60’ın üzerinde. O da TÜİK’in herkesin güvenini sarsmış rakamlarıyla üstelik.
Merkez Bankası rezervleri Suudi Arabistan Maliye Bakanı Muhammet Aljadaan’ın da teyid ettiği üzere Riyad’dan gelen desteklerle ayakta. Suudi Bakanın Türkiye’nin ismini Pakistan ve Mısır ile aynı cümlede ve aynı ekonomik bağlamda kullanması bile yeterince iç acıtıcı.
Normalde Türkiye’nin ekonomisinin durumuna ilişkin benzer bir tespiti bir IMF yetkilisinin yapması ya da uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin kredi puanını düşürmesi durumunda her türlü tepkiyi makul bulanların Suudi Bakana ses çıkaramaması sorunun sadece ekonomi olmadığını da ayrıca ortaya koyuyor.
Hukuki her konu artık iktidarın siyasi ajandasının aracına dönmüş durumda. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu beklendiği gibi siyasi yasaklı hale gelir ya da İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınırsa HDPli başkanlarla beraber Türkiye nüfusunun üçte birinin anayasal seçme ve seçilme hakkına el konulmuş olacak.
Tek parti dönemindeki gibi sandığın sadece Ankara’nın istediği kişilere oy verildiğinde meşru olduğu bir döneme giriyoruz. Bir farkla. Tek parti döneminde seçimlerin zaten bir kurgu olduğu baştan biliniyordu. Bugün o dönemi savunanlar cumhuriyetin ilk yıllarını demokrasi olarak tanımlasa da o günün yöneticilerinin böyle bir iddiası yoktu. Şimdi ise sandık, gerçekten bir seçim var-mış gibi konuluyor insanların önüne.
Bu fotoğrafa bakınca da kim gelirse gelsin bugünden daha iyi olur algısı oturuyor. Ama bunların da ötesine geçecek bir yorum daha var. Türkiye’nin mevcut standartlarında fazla saf bir beklenti olabilir ama farzı muhal genel görünüm iyi olsaydı bile değişimin demokrasinin bir gereği olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Sadece işler kötü gittiğinde değil iyi gittiğinde de yönetimin aralıksız 22 yıl boyunca aynı kişinin elinde olmasının sağlıklı olmadığı görüldü. Hatta bundan 10 yıl önce bir iktidar değişikliği olsa belki AK Parti kendini yenileyip sonraki bir seçimde bir o kadar daha ülkeyi daha sağlıklı yönetecek bir toplumsal ve siyasal sermayeye de sahip olabilirdi.
Bunlar olmadı. Şimdi muhalefetin en azından kendisinden beklentinin içeriğini olumlu anlamda doldurması gerekiyor.