CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Erzurum gibi milliyetçi refleksleri güçlü bir şehirde seküler mahalle için önemli sembolik bir toplantıdan bugün Roboski/Uludere gibi Kürtler için kapanmayan bir yaraya gidiyor.
Tek bir cümleye sığan bu trafik bile Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı için yapmaya çalıştığı açılımı göstermeye yetiyor.
Erzurum, 2018 seçimlerinde Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın yüzde yetmişin üzerinde oy aldığı bir il. Mustafa Kemal’in başkan seçildiği 1919’daki Erzurum Kongresi’nin yıldönümünde burada olmak da Kılıçdaroğlu’nun kendi tabanına verdiği bir mesaj.
2011 Aralık ayında Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı F-16’ların atışı sonucu Şırnak’ın Uludere ilçesinde bağlı Roboski köyünde 34 köylünün hayatını kaybetmesi ve o güne kadar Kürtlerin gözünde devlet/halk ikileminde hep halkın yanında duran Erdoğan’ın ilk kez ‘özür dileyememesi’ Kürtler açısından Erdoğan’la ilgili ilk kırılmanın yaşandığı anlardan birini temsil ediyor.
Kılıdaroğlu ise buraya giderek başörtüsü yasağı gibi CHP’nin hem kurumsal hem ideolojik sorumluluk taşıdığı değil kendisiyle ilgili olmayan konularda da bir barışma çabasında. Aynı şekilde HDP ile de HDP’siz de olmayan süreçte Kürtlerin oyunu alabilmek için de önemli bir ziyaret.
Kılıçdaroğlu, çok daha öncesi olsa da, ‘helalleşme’ çağrısı ile başında olduğu partisinin güçlü kimliğini esnetmeye, o kimliği aşmaya hatta o kimliğin kendisini sınırlayan yüklerinden kurtulmaya çalışan bir yol izliyor. Başarısız bir deneme olsa da Ekmeleddin İhsanoğlu’nun MHP ile işbirliği içinde Erdoğan karşısında aday gösterilmesine kadar giden bir süreçten bahsediyoruz.
O gün başarılamayan 2019 yerel seçimlerinde gerçekleşti. Bunda seçmende oluşan Erdoğan’a mesaj verme isteği kadar İYİ Parti’nin desteği ve Kürtlerin de bu sürece olumlu katkısı elbette büyük rol oynadı.
Kılıçdaroğlu bu sefer aynı başarıyı tüm ülkenin tek seçim bölgesi olduğu, dolayısıyla yerel dinamiklerin ötesine geçen, Türkiye’nin hemen hemen bütün kesimlerinin bir ölçüde destek verdiği ya da karşı çıkmadığı bir mutabakatla sağlamak amacında.
Şu an fotoğrafın temel eksiklerinden biri İYİ Parti’nin ve Altılı Masa’nın diğer bileşenlerinin nerede duracağı. Ancak bunun da ötesine geçen bir zorluğu var CHP Genel Başkanı’nın, o da partisinin liderini aşan kurumsal kimliği.
Eğer Kılıçdaroğlu kendisi ile önemli oranda özdeşleşmiş ama büyük ölçüde de bağımsız ve özgül CHP kimliğinin üstüne çıkabilirse istediği başarıyı yakalayabilir. Zaten tüm bu çabaların, parti logosunun kullanılmadığı mitinglerin, muhafazakârların gönlünü kazanmaya dönük mesajların amacı bu.
Ama eğer bu olmaz ise sonucu sadece Kılıçdaroğlu’nun şahsına bağlamak da doğru olmaz. Aksine çıkan sonuç Türkiye’de kimliklerin ne kadar güçlü, CHP’nin geçmiş yükünün ne kadar ağır ve partinin tabanının kimi zaman Vatan Partisi’ne kayan ulusalcı damarının diğer kesimlerde nasıl bir tepki uyandırdığının yansıması olur.
Zaten Kılıçdaroğlu’nun adaylığına şüphe ile yaklaşanlar kendisinin kişisel özelliklerinden ya da mevcut adı geçenler arasında Cumhurbaşkanlığı adaylığına uygun olup olmamasından değil seçilip seçilmeyeceği üzerinden hareket ediyor. Kimi zaman bazı CHP’lilerin ya da Kılıçdaroğlu’na yakın isimlerin bu endişeyi kişiselleştirmesi ileride muhtemel bir iktidar için de umut verici değil. Sonuçta Türkiye özellikle son altı yıldır tüm gerilimlerin kişisel algılanması ve bunun üzerinden kutuplaşmaların yaşanmasından çekiyor.
Eğer Kılıçdaroğlu, alternatif bir sol parti olmadığı takdirde, genel başkansız olarak seçime girse bile ciddi oy alabilecek kadar güçlü bir kimliğe sahip CHP’nin bu algısının üzerine çıkabilirse sadece kendisi için değil Türkiye’nin birçok sorunu için de önemli bir başarı kazanmış olur.
CHP’nin normalleşmesi ve toplumun diğer kesimleri ile köprüler kurabilmesi, Türkiye’de iktidarın sadece sağ partilerin arasında paylaşılan bir döngüye hapsolmaması, sağ partilerin de kendilerini alternatifsiz gördükleri için ne kadar farklı iddialarla iktidara gelirlerle gelsinler günün sonunda birbirlerine benzemeleri açmazından çıkılması için böylesi bir dönüşüm kritik sonuçlar üretebilir.
Tarihin bu kırılma anına geldik mi şimdiden kestirmek zor. Ama eğer bu başarılamazsa bunu da sadece Kılıçdaroğlu’na bağlamak diğer dinamikleri ve geçmişi yok saymak anlamına gelir.
Bir dönem İslamcı kimliğini farklı isimlerle, AB reformları ve çözüm süreci gibi dinamiklerle destekleyerek toplumun tüm kesimlerini kapsamaya çalışan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tümüyle neo-Kemalist milliyetçi bir muhafazakârlığa evrilmesi ve bunu toplumun korkularına oynayarak tahkim etmeye çalışması ise sadece Kılıçdaroğlu’nun değil toplumun genelinin talihsizliği olarak kayda geçti bile.