CHPlilerin bu anketleri ciddiye almamalarının bir yere kadar anlaşılabilir bir gerekçesi var. Siyaset sonuçta sadece anketlerle yapılmaz. Siyasi tarih anketlerin ıskaladığı seçimlerle dolu.
Son cumhurbaşkanlığı seçimi araştırmaları ciddiye almamayı meşrulaştıracak bir süreç olmasa da parti genel merkezlerinin tek kriteri elbette araştırmalar olamaz. Ama teşkilatlardan gelen tepkiler de Kılıçdaroğlu’nun adaylığının riskli olduğu işaretini veriyordu.
Bu konuda en net tutum takınabilen kişi İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener oldu. 3 Mart’taki tepkisi üslubu açısından eleştiriyi hak etse de Kılıçdaroğlu’nun adaylığına şerh koyabilen tek muhalefet lideri kendisi idi.
Masanın diğer ortakları Kılıçdaroğlu ile ilgili riskleri ya görmek istemediler ya da görmediler. Günün sonunda Erdoğan’ın zaferi ile biten bir süreç yaşandı.
Bugün bu defteri tekrar açmamızın sebebi iki gazetecinin işini yapması. İşini yapması derken her gazetecinin aslında yaptığı için ilave bir tebrike ihtiyaç duymadığı soru sorma faaliyeti.
Basın zaten normal süreçlerde siyasilerin açıklamak istemeyecekleri ya da durup dururken ifade etmeyecekleri gerçekleri ortaya çıkarmak, gündeme getirmek için var.
Birincisi şu sıralar t24 sitesinde yazan Cansu Çamlıbel’in Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile yaptığı mülakat. Cansu’nun yaptığı mülakatlara nasıl hazırlandığını, konuştuğu kişilerle eski hukuku olsa bile mesafesini nasıl korumaya çalıştığını, mülakat sonrasında da işine nasıl titizlendiğini birinci elden biliyorum.
Mülakatta herkesin varlığını tahmin ettiği bir detayı böylece öğrenmiş olduk. Özdağ Kılıçdaroğlu ile “yazılı mutabakatımız var. Biz İçişleri Bakanlığı dahil üç bakanlık ve Millî İstihbarat Teşkilâtı konusunda Kemal Bey’le mutabık kaldık.” diyerek önemli bir bilgi verdi. Israrlı sorularda da Özdağ dediğinin arkasında durdu.
“- Peki siz hangi görevde olacaktınız?
Ben İçişleri Bakanı olacaktım.”
Türk siyasi tarihine Güneş Motel olayı gibi geçecek mutabakatın diğer aktörü Kılıçdaroğlu da bu sefer Habertürk’ten Mehmet Akif Ersoy’un ısrarlı sorularına muhatap oldu.
“O protokolle ilgili konuşmam doğru değil. İki kişinin namusuna teslim edilen protokoldür. Açıklamayı ahlaki olarak doğru bulmam. Benim konuşmam doğru değil. Protokol ikimizin arasında imzalandı. Kamuoyuna açık değildi. İkimizin namusuna teslim edildi nokta.”
Mehmet Akif defalarca sordu ama Kılıçdaroğlu mutabakattan kendi parti sözcüsünün bile haberinin olmadığını söylemekten ileri gitmedi. Tabii Kılıçdaroğlu’nun ‘nokta’ demesi herkesin de tartışmaya nokta koyacağı anlamına gelmiyor.
Mülakatın yayınlandığı sayfada Kılıçdaroğlu 12 kez ahlaktan, 5 kez etikten bahsederken masadaki diğer ortaklarının haberi olmadan bu kadar hayati bir mutabakata varmasının ne kadar etik olduğu sorusu an itibariyle havada asılı duruyor.
Elbette en büyük hayal kırıklığı altılı masada. DEVAlı Mustafa Yeneroğlu’ndan İYİ Parti’den Bilge Yılmaz’a kadar birçok aktör içinde bulunduğu psikolojiyi açık bir şekilde dile getirdi. Ama sanırım en içten ve net bir şekilde konuşan Gelecek Partisi sözcüsü Serkan Özcan oldu.
“Başka hiçbir söz ya da açıklama seçim mağlubiyeti nedeniyle duyduğum büyük üzüntüyü ortadan kaldıramazdı.
Teşekkür ederim Sn. Kılıçdaroğlu!
Ben ve benim gibi sırf bu ülkeye demokrasi, hukuk ve eşitlik gelsin diye gecesini gündüzüne katan binlerce insana büyük bir teselli bahşettiniz!”
İyi ki olmamış!”
Özellikle son satır Kılıçdaroğlu’na oy veren geniş bir kesimin halet-i ruhiyesi gibi duruyor. Son iki aylık süreç Türkiye’nin yaşadığı yönetim krizinin ve toplumsal uzlaşı darboğazının sorumluluğunun tüm eleştirilere rağmen tek başına iktidara mal edilemeyeceğini de ortaya koymuş oldu.
Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarıyla yaşananlardan sonra ‘biz demiştik’ üstenciliği ile haklı çıkmanın hazzını yaşayan iktidar sözcülerine de belki iki satır ile değinmek gerek.
Bundan 20 sene önce Erdoğan aday olduğunda o ve AK Parti çizgisine ‘takiyyeci, otokrat ya da şeriatçı’ suçlamaları ile yüklenen, sadece eşi başörtülü diye Abdullah Gül’ün adaylığına karşı çıkanlar son 5 yılda yaşananlar yüzünden haklı çıkmadılar.
O günkü tavırları anti-demokratikti, yerleşik vesayet odaklarının ve toplumun değerleri ile kavgalı bir geleneğin o gün de yanlış bugün de yanlış tutumları idi. Erdoğan’ın anti-demokratik bir tutuma savrulması onları haklı çıkarmadı.
Kılıçdaroğlu’nun kendisiyle yol yürüyen birçok kişiyi hayal kırıklığına uğratan kapalı kapılar ardında demokrasi karşıtı figürlerle yürüttüğü pazarlıklar da ne yazık ki iktidarın hatalarını örtmeye yetmiyor.
Türkiye her geçen gün siyasetin tüm aktörleri ile toplumsal dinamiklerden koptuğu, iktidar olabilmek ya da iktidarda kalabilmek için her yolun mubah görüldüğü bir uca savruluyor. Gelecek nesiller için de umutlu konuşmanın zemini ise kalmadı gibi.