Arap – İsrail ihtilafının ya da artık daha doğru tespitle Filistin – İsrail ihtilafının geçmişinin, bugünün ve yarının değerlendirilmesindeki en temel handikap, çatışmanın bizatihi kendisinin dünyadaki başka çatışma süreçlerinden temelde ayrışan karakteri.
Uluslararası gerilimleri, sosyal hadiseleri ya da iç travmaları tartışırken ortak kavram setleri kullanmak süreci anlamayı, açıklamayı ve ilerisini öngörmeyi kolaylaştırıyor. İsrail’in Filistin’i işgal politikalarında diğer örneklerle aynı terminolojiyi kullanmak ise bunu temelden imkânsız hale getiriyor.
İsrail de diğer örneklerdeki kavram setlerini kullanarak bilinçli bir şekilde aslında olan bitenin üzerini örtme çabasına giriyor.
Hamas’ın, hemen hemen tüm diğer Filistinli grupların fiili ya da sözlü desteğini alarak gerçekleştirdiği son saldırıda da benzer bir anlamama ya da kasıtlı olarak çarpıtma süreci yaşandı.
İlk bakışta işgal altında olan bir bölgeden işgal eden tarafa doğru bir yarma harekâtı var. Bunun sonunda işgal eden ülkede asker-sivil çok sayıda can kaybı yaşandı. Karşılığında da İsrail tarafı Gazze’ye şiddetli bir misilleme gerçekleştirdi.
Meselenin geçmişini, psikolojisini, uluslararası çerçevesine vakıf olmayanlar doğrudan jenerik ifadelerle yaşananları izah etmeye, bir tarafı kınamaya, sonuçsuz itidal çağrıları yapmaya başladı. Biraz soruna vakıf olanlar açısından son derece anlamsız bir duyarlılık süreci izledik.
İsrail-Filistin meselesinde olan biteni anlamak için her şeyden önce İsrail’in kendisini, Filistinlileri ve diğerlerini nereye koyduğunu görmek gerek.
Bundan yaklaşık 20 yıl önce Kudüs’te İsrail’in bağımsızlık yıldönümünü kutlayan Yahudi bir gence “barış mümkün mü?” diye sorduğumda “Musa’dan beri bizi öldürmek istiyorlar. Ne barışı?” diye başlamıştı cümleye. Musa kim, sen kimsin, arada olanlar nereye gitti anlamsız sorular. Fakat genç bir İsraillinin meseleye bakışı bu.
Batı Şeria’da El Halil kentinin yakınlarında Kiryat Arba isimli bir yasadışı yerleşimde meşhur yerleşimci liderine “Neden buradasınız?” sorusunu yönelttiğimde “Asıl onlar (Filistinliler) neden burada? Burası bizim toprağımız şu ilerdeki mağarada 3000 yıl önceden İbranice yazılar var.” cevabını vermişti.
İstiyorsanız 3000 yıl önceden kutsal metinlerle karşınıza çıkan bu anlayışa 1948 anlaşmasından, uluslararası hukuktan bahsedin.
Üstelik bu sözler istisnai, göz ardı edilebilecek marjinal bakışlar da değil. Filistinlilerin günlük hayatlarında sürekli kullanmak zorunda oldukları kontrol noktalarında başka ülkede sığır çiftliklerinde yapılsa hayvan hakları savunucularının ayağa kalkacağı uygulamaları hayata geçiren İsrail’in yönetim kademesinde bu görüşler asgari müşterek.
Filistinlilerin aşağı bir etnik grup olduğunu düşünmek, devlet pratiğini buna göre şekillendirmek, Filistinlilerin İsrail boyunduruğunda yaşamak/ölmek/göç etmekten birini tercih etmekten başka haklarının bulunmadığını savunmak, İsrailli bakanların aileleriyle işgal altındaki Batı Şeria’da seyahat özgürlüğünün Filistinlilerin kendi topraklarında dolaşabilmelerinden önemli olduğunu savunmak İsrailli yöneticilerin günlük sıradan politikalarından.
Herhangi bir Filistinlinin öldürülmesi, sevdiği birini kaybetmesi ya da nesillerdir yaşadığı mülkünün İsrailli yerleşimciler tarafından gasp edilmesi sadece bir zamanlama ve an meselesi.
İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın “Gazze’ye tam kapsamlı abluka uyguluyoruz. Elektrik, gıda, su, yakıt olmayacak. İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre hareket ediyoruz.” cümleleri bu ontolojik arka plan ile hiç de şaşırılacak sözler değil. Hatta bu ifadeler karşısında dehşete düşenlerin İsrail-Filistin çatışmasında herhangi bir yorumda bulunmadan önce iki kere düşünmesi gerek.
Güney Afrika’da da apartheid rejimi 1948’te başlamıştı, 1994’te Nelson Mandela’nın devlet başkanı seçilmesi ile sona erdi. 1948’te kurulan İsrail’de ise benzer mantık 2023’te daha da güçlü şekilde devam ediyor.
Irk üstünlüğüne, dolayısıyla diğer ırk(lar)ın aşağı olduğu üzerine kurulan apartheid idaresi sadece şiddet doğurur. Böyle bir işgalin şiddet üretmekten başka seçeneği yok. Bu tespit olan biteni tasvip etmek anlamına da gelmiyor.
Filistinli gruplar arasındaki ihtilaflar, sorunun bölgedeki birçok devlet için vekalet savaşlarına zemin hazırlamış olması, Filistinli yapıların içinde bulundukları yozlaşma (ki bunda işgalin hiç küçümsenmeyecek bir rolü var) temel sorunu değiştirmiyor.
İsrail işgalinin insanlık dışı şiddet pratiğini, mülksüzleştirmeyi, yok saymayı, aşağılamayı görmeden; İsrail raison d’état’sını dikkate almadan 48 saatlik haberler ve görüntüler üzerinden meseleyi anlamaya çalışmak, üstüne de olan biteni geleneksel devletler hukuku terimleri ve klişe yaklaşımlarla çözümlemeye çalışmak en hafif tabirle meseleyi ıskalamak olur.
Kaldı ki İsrail vicdanı ve gözü olan herkese Gazze’de son yaptıkları ile Filistin sorunundan ne anladığını göstermiş oldu. Bundan sonrasında temel odağı görmemek bir analiz eksikliği değil ahlak meselesi.