CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısı siyasette de genel kamuoyunda da bir tartışma doğurdu. Çağrıyı anlamlı bulup destekleyenler de siyasi bir manevra, yapmacık bir taktik ya da gerçekleşmesi mümkün olmayan romantik bir girişim olarak görenler de var.
Kişisel olarak CHP liderinin bir süredir takip ettiği politikalar ve belediye başkanı aday tercihleri ile görünür hale gelen, son grup toplantısında helalleşilmesi gereken toplum kesimlerinden bir kısmını sayması ile daha ete kemiğe bürünen çabasına şans verilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sonuçta Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi, kuruluşundan bu yana birçok travmalarla, yaralarla, geçilememiş sınavlarla dolu. Tepeden inme dini ve etnik dayatmaların bir kısmı bugün bile çözülememiş sorunlar olarak önümüzde duruyor. Başörtüsü gibi toplumda ciddi yarılmalara neden olan bir sorun en azından pratikte çözülmüş görünmekle birlikte hala tam bir normalleşme sağlanamadı. Devlet kademelerinde başörtülü memurların görev alıyor olmaları, üniversitelerde artık kıyafetin bir engel olmaması sorunun bütün kitleler nezdinde ‘normalleştiği’ anlamına gelmiyor. Hala ticari gelirinin önemli bir kısmını muhafazakâr kadınlara gerçekleştirdiği satışlardan elde edip onlara hiçbir şekilde kendi içinde yer vermemeyi maharet olarak gören büyük şirketler var bu ülkede. Netflix’te yayınlanan Kulüp dizisinde Yahudilerin maruz kaldığı haksızlıklar üzerinden meşruiyet genişletip bir dönem muhatap oldukları ayrımcılığı muhafazakârlara karşı uygulayanlar hala içinden geçtiğimiz dönemin gerçekleri.
Üstelik helalleşme sürecinin tek muhatabı muhafazakârlar değil. Kılıçdaroğlu’nun saydığı kesimlerin bir kısmını da AK Parti döneminde haksızlığa uğramışlar oluşturuyor. Ancak bu listeyi dillendiren CHP lideri olunca haliyle bu kesimlerin sorunları daha öne çıktı.
Toplumda başlayan tartışmanın boyutları bile duyulan ihtiyacın gerçekliğinin ve sahiciliğinin işareti. Asıl mesele ise bu çağrının altının dolması.
Türkiye’de toplumsal barış, sadece siyasetçilerin inisiyatifiyle zedelenmiyor; barışı zora sokan birçok tarihsel-toplumsal dinamik var. Ancak, siyaset bu toplumsal zeminin tonunu etkileyebiliyor. Kimi zaman yaralara merhem sürmeye, kimi zaman da yaranın kabuğunu sökmeye yöneliyor. Her iki tercih de toplumsal psikolojiyi doğrudan etkiliyor.
Erdoğan’ın 2009-2015 arasında öncülük edip 2016’dan sonra vazgeçtiği inisiyatifi bugün Kılıçdaroğlu yapıyor. Ancak bu sürecin diğer aktörler ve dinamikler tarafından desteklenmesi, toplumsal bir olgunlaşma süreci geçirmesi gerekiyor. Aksi taktirde süreç daha baştan bu tür bir girişimden umutlananlar için de Türkiye’nin kendi sorunları ile yüzleşmesi açısından da hızlı bir hayal kırıklığına dönüşebilir.
Dolayısıyla ‘helalleşme yolculuğuna’ çıkılacaksa bunun yol hazırlığının sağlam yapılması şart. Bu ilk kez de olmayacak. Kürt meselesinde de benzer süreçler işletildi. Her ne yapılacaksa bunun sadece bir partinin inhisarında kalmaması ve toplumsallaşması gerekiyor.
Kılıçdaroğlu’nun önünde ciddi riskler bulunuyor.
Bunlardan en önemlisi hiç şüphesiz partisinin içinde ve tabanda oluşacak tepkiler olacaktır. Helalleşme çağrısını Cumhuriyet’in kurucu partisinin yapması ister istemez Cumhuriyet’in de halkla helalleşmesi gerekliliğini ortaya koyuyor. Daha Anayasa’nın ilk dört maddesindeki ilkelerin bile dokunulmaz olduğu, Kemalizm eleştirisinin ihanetle eşleştirildiği bir dönemde bu yüzleşmenin CHP tarafından denenmesi hem bir şans hem de büyük bir ikilem.
Şu ana kadar görünen Kılıçdaroğlu’nun bu süreçte yalnız olduğu yönünde. CHP’nin diğer önemli aktörleri ya çağrıya inanmadığı ve eleştirel baktığı ya da inansa bile Kılıçdaroğlu’nun yıpranmasının son tahlilde kendilerine sağlayacağı avantajlar nedeniyle çekingen duruyor olabilir.
Helalleşmede en kritik unsurlardan biri hiç şüphesiz Kürtler olacaktır. Son tahlilde maddi refah, kültürel haklar, kimliklerinin tanınması ve güvenlik sorunları ile en büyük bedel ödeyenlerden biri Kürtler. Ancak bu kesim adına helalleşme sürecinin taşıyıcısı bugüne kadar çizdiği uzlaşmaz çizgi ile HDP eski eşgenel başkanı Selahattin Demirtaş değil. Sonuçta Kılıçdaroğlu belki de on yıllık geçmişi olan bir çizgi ile bu çağrıda bulunabilecek bir kredi biriktirebildi. 7 Haziran seçimleri akşamından hendek operasyonlarına kadar, değil barışı aksine gerilimi besleyen tavrı ile Demirtaş’ın Kürtler adına bu süreci sahiplenmesi sadece Kürtler adına değil diğer toplum kesimleri için de geleceği zora sokacaktır. Kendisinin haksız yere siyasi gerekçelerle hapse atılması bu algıyı değiştirmiyor.
MHP’ye gelince, koalisyonun küçük ortağı çözüm sürecine de karşı idi bugün helalleşmeye de karşı. Çünkü birbiriyle yatay iletişim kurabilen bir toplumda, kimlik duvarlarının esnediği bir yapıda sadece milliyetçi reflekslere ve korkulara dayanan siyasal bir hareketin var olması çok zor.
Muhafazakâr mahallenin Kılıçdaroğlu’nun uzattığı bu eli kendince haklı endişelerle ya da sadece muhafazakâr iktidar zayıflamasın diye havada bırakması da ayrı bir risk. Helalleşme ile hesaplaşmanın birbirini ikame etmesini de beklememek gerek. Hukuki hesaplaşma bir yerde siyasi helalleşmenin de mümkün olmasını sağlayacaktır.
Kılıçdaroğlu başarısız olabilir mi? Evet olabilir. Ama nasıl ki Kürt meselesinde AK Parti’nin çabaları menzile varmasa bile bir yol açtı ve bir birikim oluşturdu, burada da sadece deneme çabasının kendisi bir ihtiyacın kayda geçirilmesi açısından önemli. Bunlar yaşanmadan özellikle yeni nesillerin zihinlerinde önceki kuşaklardan miras aldıkları, hepsinin altı da boş olmayan önyargıların esnemesi de kolay olmayacak.