Her gün mü ‘bu kadar da olmaz!’ denir? Her seferinde mi ‘yok canım!’ diye gözler yuvalarından fırlar?
Hala mı okuduğuna inanmayıp sesli görüntülü izlemek ister insan haberlerde dolaşanları?
Hemen ‘siz daha uyuyun, zaten böyleydi biz biliyorduk’çular çıkar ortaya, dert değil.
Ama insan olmak biraz da bu. Kişi, yaşadıkça öğreniyor, öğrenirken biraz şaşırıyor sonra kendisine başka dip seviyeleri koyuyor. Bir yerde borsa analizi gibi. Özellikle 15 Temmuz’dan bu yana sürekli yeni dip seviyeler test edilip, direnç noktaları aşağı yönlü kırılıyor. Fazla finansçı terimleri oldu ama yaşadıklarımızı ancak böyle anlatabildim.
Her zaman en kötüsünü zaten bildiğini ifade edenlerinki temelde duran saatin günde iki kez doğruyu göstermesi gibi. “İrtica, şeriat, gericilik” gibi anakronik ön kabullerle varılan kanaatlerin günün sonunda sureta doğrulanması, asıl olan bitenin ‘Atatürk askerinin kabul töreninde’ yüzyıl öncekine benzer bir otokratlığın teyidi gerçeğini değiştirmiyor.
Mevzuya dönersek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ulusalcı Mehmet Ali Çelebi’nin AK Parti’ye katılım töreninde “Bak PKK’nın 5 tane, 10 tane, 15 tane var!” diyerek Çelebi’den çok çocuk istemesini neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Kadının kariyerini çocuk yapmak olarak görmesinden, çocuk sayısı üzerinden terörle mücadele stratejisi kodlamasına kadar hangisine ne demek gerek?
Erdoğan bu cümlede hem Kürtlerle PKK’yı özdeşleştiriyor, bir/aynı gördüğünü gösteriyor hem de Kürtlerin çocuk sayısının çokluğunu, dengelenmesi gereken bir tehdit olarak algıladığını gösteriyor. Bugüne kadar Erdoğan’ın 3 çocuk istemesini daha farklı okuyorduk. Demek asıl böyle bir hesabı varmış cumhurbaşkanının.
Türkiye’de bu zihniyetin temsilcisi vardır elbet. Kapalı kapılar ardında ulusal güvenlik endişeleri kılıfıyla bu görüşler sessizce fısıldanıyordu. Ancak ilk defa bir siyasetçi, bir Cumhurbaşkanı hele de Erdoğan gibi geçmişinde barış kardeşlik politikaları olan bir lider bu düşünceleri kamusal alanda dile getiriyor
Bir de araya giren ‘kayda giriyor efendim’ uyarıları var. Yani kayda girmese zaten rutin yaklaşım bu, mesele kayda girmesi.
Çocukların sadece içine doğdukları ırk, mezhep, anne-baba ya da coğrafya üzerinden ötekileştirildikleri, hor görüldükleri hatta işin sonunda yaşama haklarının bile ellerinden alındığı örnekleri aramak için uzağa gitmeye gerek yok. Şöyle bir haberlere göz ucuyla bakmak yeterli.
Şimdi, kendisine oy veren devasa bir kitleye milyonlarca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı çocuğu sadece ana-babası üzerinden hedef gösteren bir yaklaşım var. Sonrasında ne olacak? 5, 10, 15 tane yapılan çocukları dengelesin diye doğan çocuklar büyüyünce birbirlerinden hesap mı soracak?
Bu arada çocuk yapılan bir şey midir, kaç tane yaptığınız mıdır mesele ya da kaç tane yapan kadın daha makbuldür soruları gelinen vasatta fazlasıyla naif kalıyor, geçelim.
Cumhurbaşkanı bu sözleri söyledikten sonra yer yerinden de oynamadı. “Prompterdan çıkınca bazen böyle oluyor.” rahatlığına indirgendi endişeler.
Tepkisini gösteren muhalefet liderlerinin bile sesi tek atımlık barut gibi bir duvara çarptı, kulaklarda yankılandı, sonra gündem değişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan daha geçtiğimiz 23 Nisan’da dolu dolu çocuk övgüsü yaptı. Hatta Nazım Hikmet’in “Dünyayı Verelim Çocuklara” şiirinden alıntılarla:
Dünyayı çocuklara verelim bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı.
Çocuklar dünyayı alacak elimizden.
Ölümsüz ağaçlar dikecekler.
Sözünü de kendisi şöyle bağladı.
“Evet dünyayı çocuklara verdiğimiz gün her şeyin daha vicdanlı, daha şefkatli, daha sevecen olduğunu göreceğiz.”
Erdoğan’ın dünyayı vermek istediği çocuklarının kim olduğunu değilse de Kürt çocukları olmadığını öğrendik Çarşamba günü.
Cumhurbaşkanı’nın eski konuşmaları ya da metin yazarlarının jenerik cümleleri ile bugünkü ya da sahici Erdoğan pratiği arasındaki makastan, çelişkilerden biz yorulduk belki ama o salonda kendisini ayakta alkışlayanlar yorulmadı.
İnsan sadece şaşırmıyor. Merak da ediyor. Acaba Erdoğan ne derse, ne ederse, hangi yanlışı siyasi pragmatizm adına sergilerse, daha önce siyah dediği hangi rengi bugün beyaz ilan ederse ‘acaba bir yerde bir yanlış mı var?’ denilecek. AK Parti’nin Kürt vekilleri daha ne duyarlarsa ‘bende bu kadar’ diye düşünürler? Kaldı ki böyle bir ayrımcılığa tepki göstermek için kişi illa Kürt mü olmalıdır?
Aşağı yönlü kırılması mümkün olmayan direnç noktası nerede? Ya da var mı?
Merak işte.