31 Mart seçimleri sonuçları itibariyle uzun zaman referans verilecek bir seçim. Bunun en önemli sebebi de AK Parti’nin kaybetmesi kadar CHP’nin kazanmış olmasında yatıyor.
Öncelikle sandığın sarsıcı, kimileri için ise şok edici sonuçlarının ürettiği bir savrulmaya küçük bir düzeltme yaparak başlamak gerek.
Evet, AK Parti kaybetti. Evet, CHP kazandı. Ama bundan sonra seçimlerin kaderini belirleyecek kadar ölçülebilir ve ciddi bir AK Parti seçmeni CHP’ye oy vermeye başlamadı. Bu çerçevede Türk siyasetine damgasına vuran 40-60 ya da seçim sonuçlarından hareketle 48-52 dengesi ne tersine döndü ne de dramatik şekilde değişti.
Olan, AK Parti’nin ana omurgasını oluşturan sağ muhafazakar seçmenin sandığa gitmemeyi tercih ederek sol/muhalif/CHP seçmeninin göreceli ağırlığını çarpıcı şekilde artırması.
Ancak bu tespit CHP’nin başarısını anlamsızlaştırmayı, önemsizleştirmeyi ya da küçümsemeyi mümkün kılmıyor. AK Parti seçmeninin sandığa gitmediğinde başına geleceklerden tedirgin olmamasını sağlayan şey öncelikle CHP ile ilgili endişelerin azalması ya da AK Parti’ye ders vermek için CHP’nin gelmesinden endişe etmeyecek kadar AK Parti’ye tepki duyması.
Hangisi daha doğru olursa olsun Cumhuriyet Halk Partisi’nin en az son on yıldır gerçekleştirmeye çalıştığı dönüşüm çabası sonuç verdi.
Bu süreçte en temel faktör AK Parti’nin dönüştürücü gücü. AK Parti iktidara geldiği günden bugüne devlet ve sair aktörlerdeki vesayet odakları ile çok ciddi bir mücadele verdi. Öyle ki hakim güçlerdeki CHP aidiyeti bu gücünü kaybetti.
CHP daha önce muhalefette olsa bile topluma üstten bakma ayrıcalığının, değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez mutlak doğrularının geçerliliğini kaybettiğini gördü. Bunun sonunda da eğer gerçekten iktidar olmak istiyorsa bunun yolunun devlet içindeki CHPlilerden değil sadece sandıktan alınacak meşruiyetten geçtiğini farketti.
Burada “neden iktidar olamıyoruz?” ya da “AK Parti nasıl sürekli kazanıyor?” sorularına acemi, yüzeysel, aceleci cevaplar verildi.
AK Parti’nin sosyal yardımlarından hareketle başarı ya da başarısızlığı kömür-makarna dağıtımlarına indirgeyen, topluma yine yukardan bakan küçümseyici yaklaşımın geçersizliğini görmek oldukça uzun zaman aldı. Aynı yardımı CHP yapsa aynı kesimler CHP’ye oy vermezdi ve mesele kömür-makarna değil o ilişkinin çerçevesini dokuyan duydudaşlık, kimlik örtüşmesi ve empatiyi fark etmek CHP’li elitler ve toplumuna yabancı aydınlara neredeyse on yıla mal oldu.
Sonrasında meselenin CHP’nin toplumun genel değerleri ile arasındaki mesafeyi kapatmak için çarşaflı hanımefendilere rozet takmak ya da Ekmeleddin İhsanoğlu gibi isimleri cumhurbaşkanı adayı göstermek geldi.
Haliyle toplum sahici ve içten olmayan, neredeyse sarkastik bu tür adımlara pirim vermedi. CHP’nin arayışı Kemal Kılıçdaroğlu’nun helalleşme ve başörtüsü yasaklarından özür dileme çabasına kadar evrildi.
AK Parti’nin başörtüsünü kamu kurumlarında normalleştirmesi, Ayasofya’yı camiye dönüştürmesi, dini ritüellerin irtica ve gericilik olarak yaftalanmasını anlamsızlaştırması ile bu dönüşüm çabası hem daha mecbur hem de daha mümkün hale geldi.
CHP’nin bu çabasında bir çok kusur, eksiklik, oturmamışlık sayılabilir. Türkiye’de kendisini neredeyse din karşıtlığı üzerinden tanımlayan anakronik kitlenin halen varlığı gelecekte bu sürecin nasıl evrileceğine dair soru işaretlerini canlı tutuyor. Ancak bu tereddütler ve eksiklikler oy verme davranışlarında oluşan hissedilir dinamiği yok saymaya yetmiyor.
AK Parti’nin iktidara gelmesi ile muktedir olması arasında geçen sürede benzer tereddütler ters bir bakış açısı ile dile getiriliyordu. O itirazlar da AK Parti’nin 22 yıl ülkeyi yönetmesini engellemedi.
Elbette bu söylem/görüntü dönüşümü henüz kemâle ermiş değil. Bazen şaşırtıcı derecede AK Parti’ye benzeyen CHP görüntüsü muhtemelen daha ‘normal’ ve ‘doğal’ bir dengeye oturacak. Ancak gözlediğimiz oy kaymalarını ya da oy kayma-ma-larını mümkün kılan tek dinamik de bu değil.
CHP daha önce toplumun sorunlarını anlama, anlamlandırma, çözme açığını yani siyasetsizliğini “laiklik elden gidiyor” tehdidi ile kapatıyordu. Aynen bugün AK Parti’nin yaşadığı siyaset tıkanıklığını “ülke bölünür ve beka” tehditleri ile aşmaya çalışması gibi.
2019’da iktidara gelen CHPli belediyeler, ne olursa olsun ve kim gelirse gelsin kazanılacak CHPli belediyelerin aksine, kreş, sosyal yardımlar, kent yoksulluğu ile mücadele ve belediye hizmetleri ile bu boşluğu doldurma şansını yakaladı. Laik yaşam tarzını kutsama ve dayatmanın yerini başörtülü belediye çalışanları ve 40 TL’ye sunulan yemek hizmetleri almaya başladı.
31 Mart’ta kimlik temelli CHP belediyeleri partilerinin ülke genelinde yaşadığı oy patlamasına aynı heyecan ve yoğunlukla eşlik edemezken “hakiki” CHPlilerin biraz konjonktürel gördükleri ve geçici olacağını umdukları yeni tarz CHP eliti ciddi bir ivme yakalamış durumda.
Eski, yüzde 25 cam tavanını aslında bile isteye kendileri yaratan, kökten ve fabrika ayarlarını temsil eden CHPliler, sonradan olma ya da yeni CHPlilerin zaferini ‘memleket gelincik tarlasına döndü” diye sanki kendi zaferleri gibi kutluyor.
Eğer CHP bu başarıyı dönüşümün meyvesi olarak okur ve sürdürülebilir kılarsa gelecek seçimler çok farklı gelişmelere gebe olabilir. CHP’nin dönüşümü de sadece bir partinin, bir grup siyasal elitin değişimi değil de, cumhuriyetin kurucu partisinin dolayısıyla bir ölçüde Cumhuriyet’in kendisiyle yüzleşme, normalleşme çabasına evrilebilirse üzerinde çok düşünülmesi gereken bir sürece tanıklık etmiş oluruz.
Unutmadan, CHP’nin yolu çok uzun. Kürt meselesinden, vatandaşlık tanımına, cumhuriyetin asrı saadetini sorgulama cesaretinden küresel demokratik standartlara uyuma, tabanın tavandaki dinamiğe ne kadar katlanabileceğinden dış politikada bir asırlık ezberlerini bozma cüretine ve siyasal Aleviliğin dengelenmesine kadar zor başlıklar ortada duruyor.
Ama olanı da görmek gerek.
Bu vesile ile Ramazan Bayramınızı tebrik ediyorum. Seçim gündemine kapılıp Gazze’de olan biten yokmuş gibi yaşamanın, yazıp-çizme-konuşmanın utancı da boynumuza asılı.