Cumhurbaşkanı Erdoğan seçime dönük vites artırmış görünüyor. Aslında Erdoğan hiçbir zaman seçmeni unutarak siyaset yapmıyor. Bu seçimlerden bir gün sonra da sandığa beş kala haydi haydi böyle.
Ama geçtiğimiz haftada eski Başbakan Tansu Çiller’in parti kurma hazırlıkları, seçim yasasında MHP ile ortak getirilen yeni düzenleme, Erdoğan’ın milletvekilleri ile buluşması birlikte okununca Beştepe’nin bundan sonra daha çok seçim odaklı hareket edeceğini düşünebiliriz.
Erdoğan’ın milletvekilleri ile gerçekleştirdiği toplantıda söylediği ifade edilen ‘eğer bürokrat milletvekilinin sözünü dinlemiyorsa kafasında sandalye kırın’ sözleri ise tam bu noktada mevcut iktidarın iş tutuş tarzına ilişkin efradını cami ağyarını mâni bir çerçeve sunuyor.
Ne eksik ne fazla Erdoğan’ın tarz-ı siyaseti bu cümlede mündemiç. Aslında bürokrat ile seçilmiş arasındaki kavga yeni de değil yersiz de. Uzun süre kendini devletin sahibi, seçilmişleri ise gelip geçici figürler olarak gören bürokratlardan çok çekti memleket. Bu bürokratik vesayetin başını da hep askerler ve yargı çekti.
Eski hâkim bürokrasiye göre devletin güvenliğinden kritik dış politika konularına kadar önemli başlıklar siyasetçilere emanet edilemeyecek kadar önemli idi. Bu bahis uzun ama AK Parti’nin ülkeye en önemli iyiliklerinden biri bu bürokratik vesayeti büyük oranda bitirmesi oldu.
Gel gelelim yerine demokratik standartlarda bir seçilmiş atanmış dengesi kurulamadı. Bunda bürokrasiyi önce FETÖ’ye emanet etmenin sonra da FETÖ’den kurtulmak için delil olsun olmasın muhalifler dahil herkesi tasfiye etmenin travmasının da büyük rolü var elbette.
Günümüzde seçilmiş-atanmış dengesizliğinde iki ayrı uç gelişti. Başkanlık sistemine geçilmesi ile devlet mimarisinin alt üst edilmesi her noktada farklı anomaliler oluşturdu.
Bir yanda meşruiyetin kaynağı millet ve meclis olmaktan çıktı. Her şey, beş senede bir kez yapılan seçimlerle ara kademe olmaksızın sınırsız ve kontrolsüz bir güce kavuşan cumhurbaşkanının iki dudağı arasından çıkacak söze kaldı. Öyle ki her makam için cumhurbaşkanının imzası hem gerek hem yeter şart haline geldi. Geçtik uzmanlık gerektiren bir konum için olmazsa olmaz liyakat ve ehliyet şartları hakkında söyleyecek sözü olan bürokratik görüşü, ne vekillerin ne bakanların ne bakan yardımlarının artık atamalarda anlamlı bir rolü var.
Durum böyle olunca da seçilmişleri umursamayan tek düşüncesi Beştepe’yi, Cumhurbaşkanı’nı ve çevresindekileri memnun etmek olan bir memur tipi gelişti. Ankara; telefon görüşmesinde, makam odası ya da topluluk içinde milletvekiline posta koyan bürokrat hikayeleri ile dolu. Bu anormal durumun sebebi de temelde başkanlık sistemi.
Fotoğrafın diğer ucunda ise AK Parti döneminde gelmiş olsun olmasın tüm bürokratları aşağılamayı, tahkir etmeyi hatta ağza alınmayacak ifadelerle ezmeyi marifet bilen bir siyasetçi ve yarı-siyasetçi kesimi var. Bunlar da daha çok yine AK Parti ve temelde Cumhurbaşkanlığından meşruiyetini alan görece güçlü siyasiler ve siyasi atamalar. Kimi yetişmiş bürokratlara karşı önyargıdan kimi başka türlü iş yapmayı bilmemesinden dolayı devletin uzun yıllarda yetiştirdiği kadroları ya tasfiye ediyor ya da işlevsizleştiriyor.
Gelinen nokta kamu kurumlarının için boşalması, insan kaynağının kaybı ve gidenin yerine yetkin kadroların getirilememesi.
Şimdi bazıları hep olduğu gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kurtarmak için “Orada sayın Erdoğan’ın ne dediği belli. Bir mecaz var. Yoksa fiilen sandalyeyi alıp bürokratın kafasında kırılsın demek istemedi” diyebilir. Bunun karşısında da Erdoğan kameralar karşısında aynı cümleyi tekrar ederse onlar şaşırır belki ama çoğu kimse için vakayı adiyeden olur Cumhurbaşkanı’nın tavrı.
İmam cemaat meselinde olduğu gibi doktorlara şiddet uygulamaya kadar giden bir yolu açan bir tavırdır bu yaklaşım.
Günün sonunda ne hukukun ne dinin ne de asgari ölçülerin müsaade etmeyeceği bir nobranlığın yansımasına şahit oluyoruz. Kendisini devletin, bürokratın ve son tahlilde vatandaşın sahibi gören, ‘ne istedilerse verdik’ten ‘giden gitsin’e varan bir üstten bakışın bütün ülkeyi mahkûm ettiği bir vasattayız.