Altılı Masa’dan sonra liderlerin arasındaki havanın nasıl olduğunu öğrenmenin en kestirme yollarından biri şüphesiz masadaki liderlerden biri ile doğrudan konuşmak. DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın pazartesi günkü daveti gazeteciler için bu öyle bir fırsattı.
Babacan’ın mesajlarını ve izlenimleri, toplantıyı birlikte izlediğimiz meslek büyüğüm Yusuf Ziya Cömert dün KARAR gazetesinde detaylı bir şekilde kaleme aldı.
DEVA Partisi lideri temkinli üslubu ve sakin tarzı ile masadaki gerilimi, eğer varsa bile, almak için doğru bir adres mi tartışılır. Ama toplantı bittiğinde kalan izlenim Masa’nın gerilimlere rağmen devam etme konusunda kararlı olduğu idi.
Nitekim Babacan’ın liderlere ilettiği geçiş süreci önerileri ve toplantıda kurulacağı ilan edilen ortak bir hükümet programının ön hazırlığını yapacak yapı bunun bir işareti.
Zaten üç saatten fazla süren konuşmalardan tek bir mesaj çıkacaksa o da ‘birlikte olmazsak kazanamayız’dı. Babacan’ın seçim işbirliğinin yapısında da cumhurbaşkanlığı adaylığında da yaptığı birliktelik vurgusu aynı tonda idi.
Babacan herhangi bir lideri karşısına alacak ya da polemik oluşturacak sözlerden ısrarla kaçındı. Bir dönem ekonomi yönetimindeki ve dışişlerindeki üslubu muhalefet lideri olarak da yakasını bırakmış değil.
Öyle ki ekonomiye dair eleştirilerinde normalde bir muhalefet genel başkanının üstüne basa basa tekrarlayabileceği bölümleri ‘zaten zor olan ekonomide farklı gerilimleri tetiklemeyelim’ endişesi ile yumuşatma ihtiyacı hissetti. Benzer bir sorumluluk iktidarda olsa muhtemelen bugünkü krizlerin çoğunu yaşamayabilirdik.
Babacan’ın kazanıyoruz mesajı vermek ya da gerçekten olumsuz ihtimallere prim vermemek için kaçındığı noktalar ise eğer seçimlerde muhalefet kazanırsa bir ihtimal olarak değil siyasetin gerçeği olarak muhalefetin önünde olabilir.
Cumhurbaşkanı hangi taraftan seçilirse seçilsin mecliste anayasa değişikliği yapacak çoğunluk kimsede olmayabilir. Altılı Masa istese de ülkeyi parlamenter sistemle değil başkanlık sistemi ile yönetmek zorunda kalabilir. Bu da ruhu parlamenter bedeni başkanlık olan hibrid bir sistem getirir ki içinden nasıl çıkılacağı önemli bir soru.
Babacan’ın toplantısı son bir saatine girerken CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘başörtüsüne yasal güvence’ teklifi geldi. Bir anda gazeteciler birbirlerine telefonlarından Kılıçdaroğlu’nun açıklamasını göstermeye başladı.
Babacan’ın daha tam olarak içeriğini bilmediği bir teklife sadece sorular üzerinden yanıt vermesini beklemiyorduk zaten. Babacan da özgürlüklere destek verdiklerini söylemekle yetindi.
Ama Kılıçdaroğlu’nun açıklamasının toplantıda bir anda herkesin dikkatini çekmesi ve sonrasında yaşanan gelişmeler siyasetin toplumun gündemine değdiğinde ne kadar önemli sonuçlar üreteceğini gösteriyor.
Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısı kendisine oy getirmese de Türkiye’nin iktidar tarafından beslenen ama geçmişi cumhuriyetin ilk yıllarına dayanan fay hatlarının tamiri konusunda çok önemli idi.
CHP lideri bu sefer helalleşme çağrısının içini; Roboski ziyareti gibi tekil, doğrudan kendisinin sorumlu olmadığı ve bütüncül bir Kürt Meselesi bakışının içine oturmayan izole açıklama ya da eylemler yerine doğrudan çözüme dönük somut bir teklifle doldurmuş oldu.
Kılıçdaroğlu’nun çıkışı, Erdoğan’ın cevabı, iktidarın anayasal düzenleme ile CHP’nin teklifinin üzerine çıkma çabası, bunların hepsi uzun uzun tartışılır. Ama bu hamle ile Türkiye’nin çok önemli bir sorununda gösterdiği yüzleşme cesareti için Kılıçdaroğlu’nu tebrik etmek gerek.
Önümüzdeki süreçte iktidarın istediği ya da dayattığı bir çerçevede başörtüsünde ve genel anlamda sivil özgürlük alanına dair her olumlu adımda Kılıçdaroğlu’nun katkısı olacaktır.
“Zaten böyle bir sorun yoktu bunun ne gereği vardı” denebilir ki vakıa tam da bu değil. Türkiye’de başörtüsü meselesi üniversitelerde ve kamuda bir sorun olmaktan AK Parti iktidarında kurtuldu. Ama özellikle özel sektörde, birçok büyük şirkette hâlâ üstü kapalı bir başörtüsü yasağı var.
Başörtüsünü tekil bir özgürlük alanı olarak tanımlamadan ancak bu noktadan hareketle her siyasi görüşten insanların sivil özgürlük alanlarının genişletilmesi, daha doğrusu doğuştan sahip oldukları hakların tanınması için hala atılması gereken çok adım var.
Ve bu adımlar sadece tek bir başlık ya da kamunun atacağı adımlarla sınırlı değil. Her konuda toplumun tüm unsurları bu özgürlük anlayışını benimsemedikçe Türkiye bu gerilimlerden kurtulup geleceği konuşamayacak.
Bugün tartıştığımız adım daha geniş ve sahici bir özgürlük ve demokrasi çerçevesi oluşturmak için önemli bir şans. Bunu sadece kendi gündemi için ve seçim odaklı ele almak ise iktidar açısından bir şansın heba edilmesi olur.