2017’deki başkanlık referandumu Türkiye’yi ittifaklarla yönetilmeye mahkûm etti. Türkiye’yi tek seçim bölgesi olarak gören ve yüzde 50+1’i alanın cumhurbaşkanlığı koltuğunu yani her şeyi aldığı sistemde hiçbir parti tek başına kazanma şansına sahip değil.
Başkanlık referandumuna o dönem aslında kendisi çok da istekli olmayan Erdoğan’ı zorlayan MHP oldu. Erdoğan 15 Temmuz sonrası oluşan davul meclisin tokmak kendisinin elindeki sistemden gayet hoşnuttu. Öyle ki 2017’de referandumdan kendi istediği sistem geçmesine rağmen ülke 14 ay daha eski sistemle yönetildi.
İttifak mekanizmasını getirirken Erdoğan’ın güvencesi muhalefetin parçalı yapısı idi. AK Parti-MHP ittifakına CHP, İYİ Parti ile bir araya gelerek cevap verince oyun planı biraz bozuldu. Muhalefet cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak aday üzerinde anlaşamadı ama İYİ Parti meclise girmeyi başardı.
Yerel seçimlerde ise muhalefet ittifakı büyük zaferle çıktı. Buraya kadar muhalefet açısından her şey normal. Ama bundan sonrası için aynısı söylemek o kadar kolay değil.
Bir yanda, kimi zaman daha çok MHP’nin dedikleri olsa da iktidarda kalma adına Erdoğan’ın da onay vermesi ile ilkesel olarak da çelişmeyen bir Cumhur İttifakı var. AK Parti MHP evliliği zaman içinde ciddi bir siyasal bütünlüğe dönüştü. Erdoğan’ın ittifakın çeperlerinde dolaşarak arayışa girdiği dönemler oldu ama MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli özellikle grup toplantılarında çizdiği sınırlarla Erdoğan’ı ittifakın siyasal haritasında tutmayı başardı.
Millet İttifakında ise böyle bir siyasal harita yok. Temelde iki partinin oy toplamlarını bir araya getirerek aritmetik bir çoğunlukla Erdoğan’a karşı kazanma ihtimalinin mümkün kıldığı bir ittifak yapısı söz konusu.
Kürt meselesi başta olmak üzere kritik başlıklarda iki parti ayrı yerlerde durabiliyor. Ancak genel seçimlere yaklaşırken artık Millet İttifakı’nın, genişleme tartışmaları ile paralel bir şekilde ittifakın içini siyasal bir dille de doldurması gerekiyor.
Bugüne kadar aritmetik bir toplamdan ibaret olan ve kritik konularda birbirinin ayağına basmamakla önemli başarı gösteren Millet İttifakı siyasal bir ittifaka evrilemediği için de ne genişleme çabalarında ne de ülkeyi nasıl yöneteceği konusunda net bir fotoğraf veremiyor.
Kimsenin hakkını yemeyelim. 6 partinin bir araya geldiği ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ süreci şu ana kadar başarılı gitti. Liderler tarafından açıklandığında da uzun süredir beklenen ortak fotoğraf paylaşılmış olacak.
Ancak 6 partiden önce de, kendi arasında bir mekanizması olan, diyalog problemi yaşamayan bu iki parti neden birlikte bir ekonomi, dış politika, sosyal yardımlaşma programı hazırlamaya niyetlenmedi sorusu meşru bir yerde duruyor.
Lider iletişimi üzerinden CHP, ‘Biz Çözeriz’ ya da ‘Ömer’in Yolu’ söylemi üzerinden İYİ Parti sanki ortak bir harita ile yürünecek başkanlık seçimine değil de en yüksek oyu alanın ülkeyi yöneteceği bir parlamenter sistem seçimine hazırlanıyorlar.
Daha seçimlere zaman varken ortaklar arasında ihtilaflı konulara girmekten uzak durmak şeklinde bir tutum varsa bunun da artık zamanı doluyor. Daha önce koalisyon protokolleri doğal olarak seçimlerden sonra hazırlanıyordu ancak mevcut sistemde bunun şimdiden yapılması ve seçimlere öyle girilmesi gerekiyor.
Tüm tartışmanın cumhurbaşkanı adayı üzerinde yoğunlaşmasının bir sebebi de ortak siyasi yol haritasının görünürleşememesi. Eğer takip edilecek program, takvim net olsa idi kim aday olursa olsun buna uyması gerekeceği için adayın kimliği de daha az gerilim konusu olabilirdi. Fakat partiler ortak bir yol haritasını daha aday ortaya çıkmadan net bir şekilde ortaya koyamazlarsa o zaman bu paketin içini doldurmak da muhtemel adaya kalacak.
Millet İttifakı’nın üzerinde durduğu ana konu geçiş süreci. Öyle ki sanki Türkiye’nin genel işleyişi, uluslararası konjonktür, vatandaşın ihtiyaçları iki yıllığına bir bekleme sürecine girecek bu arada da muhalefet nasıl bir geçiş süreci yürütecekse ona odaklanacak.
Eğer Türkiye’nin sorunları mevcut akut durumu ile devam ederse yeni iktidarın, nasıl bir geçiş süreci takip edeceğini hatırı sayılır süre düşünemeyeceği bir kriz yönetimi ile uğraşması gerekebilir.
Evet CHP ve İYİ Parti üyeleri yükselme trendindeki oy oranlarının getirdiği bir özgüven içinde olabilirler. Ama bu özgüven iktidarı kazanmaya, kazanılsa bile ülkeyi suhuletle yönetmeye yetmiyor.
Kamuoyu araştırmalarının son bulguları muhalefetin bu rehavetinin altının hiç de dolu olmadığını bir kez daha ortaya koydu.