Yerel seçimlerin siyasi haritayı yeniden tanımladığı, partilerin konumlarını gözden geçirmesine neden olduğu ve Ankara’daki güç merkezini Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ile Kızılay’daki Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında bir noktaya yerleştirdiği vakıa.
Bu sert değişim son dört aydır şiddetli bir dalgalanmayı da beraberinde getirdi. Cumhur İttifakı içindeki gerilimler, Erdoğan ile Bahçeli arasında normal frekansının dışında sıklıkla gerçekleşen görüşmeler, Ferdi Tayfur şarkıları ve yüzük fotoğraflarının eşlik ettiği Türk tarzı göndermeler bu dalgalanmanın iktidar kanadı yansımasıydı.
Bu kadar arabesk tınılar taşımasa da CHP ile AK Parti arasındaki normalleşme/yumuşama turları, karşılıklı genel merkez ziyaretleri, nezaket görüşmesi ile hani neredeyse koalisyon pazarlığı arasında salınan iktidar-muhalefet peşrevi de bunun muhalefete düşen payı oldu.
Seçmenin iktidar ile muhalefet arasında yeni bir işbirliği mekanizmasını değil de iktidarın muhalefet tarafından daha net bir şekilde dengelenmesini istediği ve böyle bir normalleşme/yumuşama heyecanını taşıyacak siyasi içeriğin olmadığı ortaya çıkınca süreç ölmedi ama şimdilik rafa kaldırıldı.
PANORAMATR araştırmasında sürecin devamını isteyenlerin hala ‘temkinli çoğunluk’ olması ileride atılması muhtemel adımlar için bir altlık olabilir. Ancak iki tarafın an itibarıyla eski kavga kodlarına dönmesi psikolojiyi tersine çevirme ihtimali taşıyor.
31 Mart sonrasının AK Parti tarafından gerektiği gibi okunamaması, seçim sonuçlarından yeni bir söylem çıkaracak siyaset üretme kasının iktidar partisinde ciddi oranda eridiğinin anlaşılması, MHP’nin iktidar koalisyonunun rayından çıkmasına gösterdiği direnç gibi sebeplerle Erdoğan seçim öncesine hızlı bir dönüş yaptı.
Bunun ilk işaretleri aslında Hakkâri Belediyesi’ne kayyım atanması ile verilmişti. Zaten herhangi bir normalleşme sürecinde olması iktidarın mevcut kimyasına aykırı olan Kürt siyaseti payına düşen ilk dersi aldı. Bugün yaya geçitlerinde komik olmanın ötesine geçen Kürtçe yazı silme yarışı da hem bu tespiti hem de iktidarın bir zamanlar duygudaşlık kurabildiği kitlelerden ne kadar koptuğunu tekraren ortaya koyuyor.
Cumhurbaşkanı’nın seçim öncesinde ‘bize oy vermezseniz hizmet alamazsınız’ sözleri sandıkta maliyet üretmemiş gibi CHPli belediyeleri SGK borçları üzerinden hedef alması orijinal kodlara geçildiğinin ilanı oldu.
Erdoğan’ın kendisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken böyle bir ayrımcılığa maruz kalmamış olması ya da hangi partiden olursa olsun belediyelere farklı muamele yapmanın yanlışlığını AK Parti iktidarda iken dile getirdiği sözlerin arşivde durması bugüne dair yeni bir şey söylemiyor.
Yeni olan 31 Mart’ın iktidarda farklı bir siyaset dili üretebilme dinamiğini harekete geçirememiş olduğunun teyidi sadece.
Başıboş köpeklerle ilgili yasanın görüşmelerinde sergilediği, daha önce benzeri çok görülmemiş sert muhalefet ile CHP de 31 Mart öncesindeki konumlanmayı seçmiş oldu.
AK Parti seçmeninin bir kısmının karşı çıktığı gibi CHP seçmeninin bir kısmının da desteklediği yasa tasarısının görüşmelerinde meşru endişelerle itirazdan çok siyasi aktivizme savrulan CHP retoriği de yeni bir şey söylemiyor.
Toplumsal muhalefetin güçlendiği, iktidardan hoşnutsuzluğun hâkim duygu olduğu bir ortamda Türkiye’nin sert sorunlarına demokratik siyaset dili kurgulamada istenen performansı ortaya koyamayan kurumsal muhalefetin tüm birikmiş enerjiyi bu düzenlemeye kanalize etmesinin karşılığını görmek için seçimlere daha çok var.
Aslında olan biten biraz eski tecrübeleri andırıyor. Özellikle iktidarın sorunlarının farkında olan muhafazakâr siyaset elitlerin defaatle yaşadığı kısır döngü bir kez daha tekrarlandı.
Küresel ya da iç dinamiklerin zorladığı bir rasyonalitenin Erdoğan’ı, tam olarak aslında ne anlama geldiği de büyük oranda muğlaklaşan ‘fabrika ayarlarına’ döndüreceği beklentisi iflah olmaz bir iyimserlikle seçim sonrası tekrar nüksetmişti.
2018 ve 2019 seçimleri müteakibinde, 2020 Kasım’da da 2023’te muhalefetin kaybettiği seçim sonrasında da ve nihayetinde 31 Mart seçimlerinin ardından da benzer bir şablon ya da olaylar silsilesi yaşandı. Sonuç, gerekçeleri farklılaşmakla birlikte, Erdoğan’ın bilinen siyaset tarzının değişmemesi oldu.
Bu döngü, beklentileri karşılamasa da Erdoğan’ın her seferinde kazandığı gerçeğini değiştirmiyor.
Bir zamanlar Erdoğan’a çok yakın bir kurmay isme söylemlerdeki sertlik, öngörülemezlik, kutuplaştırma, toplumun fay hatları üzerinde gerilimlerin siyasi hesaplarla kullanılması ve bireysel çıkışların ürettiği maliyeti hatırlattığımda ‘yukarıda tam da senin yanlış gördüğün bu tarz ile kazanıldığı düşünülüyorsa ne olacak?’ yanıtını almıştım.
Mesele sadece kazanmaksa sorun yok zaten. Her vatandaşa eşit davranma, farklılıkları koruyarak bir arada var olabilme, oy vermeyenlerin de hakkını teslim etme, sivil siyaset, ilkelerinin yerini iktidarın ne pahasına olursa olsun sürdürülmesi hedefi almış görünüyor.
Soru şu: Aynı mantık bu sefer de kazanmayı sağlar mı?