İlk birkaç sayısında tökezleyen ama daha sonra kendini toparlayıp ne yapmak istediğini daha belirgin olarak gösteren bir gazete haftalık Oksijen gazetesi. Hem ülke hem de dünya gündemini çok yakından izleyen, hatta bununla yetinmeyip kendi bakış açısına uygun bir şekilde olayların, olguların ve yeni düşünsel gelişmelerin şifrelerini çözmeye çalışıyormuş, her olgunun ve gelişmenin arka planını açığa çıkarma çabasına girmiş gibi bir halleri var. Bunda da oldukça başarılılar. Öyle ki bizzat ben birçok merak edip de öğrenmek istediğim birçok konuya değinen birçok yazıyı orada okuyabildim. Gazete, ancak çıktığında görünen önemli bir boşluğu doldurdu diye düşünüyorum.
İşte bu gazetenin 21-27 Mayıs tarihli 19. sayısında dünyada medya sektöründe yapılan büyük birleşmeleri haber vermiş. Bunların çoğunluğu dijital medya platformlarında yapılan birleşme girişimleri. Örneğin Amazon, dünyanın en büyük son bağımsız film stüdyolarından biri olan MGM’yi satın alma girişiminde bulunmuş. Warner Media ile Discovery de birleşme görüşmelerine başlamış. Bütün bunları okuyunca büyük bir paniğe ve umutsuzluğa kapıldım. Haber alanında ve kültür endüstrisinde tekelleşmeye doğru gidildiğini büyük bir infialle müşahede ettim. Bütün bunlar ne demek: Bir zamanlar çok sayıda olan ve dolayısıyla çok sayıda bakış açısı ve perspektifine, dolayısıyla hakikat algısına sahip olan bağımsız sayılabilecek birçok kuruluş tek ve koskocaman bir çatı altında bir araya geliyor. Unutulmamalı ki bunlar herhangi iki şirketin bir araya gelmesi değil, kültüre ve insan dimağına yön veren şirketlerin bir araya gelmesidir. Tekelleşmenin insanın hayal gücünün ve varlığının inşa edildiği alanda olması zaten vahim olan. Bu yüzden işte benim paniğe ve dehşete kapılmam. Zaten Amerika’nın başını çektiği kapitalist sistemin kendine uygun insanlar yetiştirmesinde hatta yaratmasında kültürel teknolojilerinin büyük payı ve günahı olduğunu kim inkâr edebilir ki? Bu aynı, dünyanın her yerinde kot (blue Jean) pantolon giyilmesine, her yerde Coca-Cola içilmesine benziyor. Tek tip insan ve kitlelerin yaratılmasıdır amaç. Tek istenen de boyun eğmeleri ve bırakın bundan başka bir dünya olmadığının içselleştirilmişini istemelerini, başka bir dünya ihtimalinin bile olmadığını dayatmaktır. Hayallere ve yeni ve farklı bir gelecek inşa etmenin mümkün olmadığını ima etmektir bu.
Bütün bunlardan söz etmemin nedeni bu gelişmelerin bizim dışımızda ayrı bir dünyada gerçekleşmediğini, ama aynı zamanda 90’lardan sonra iyice dünya kapitalist sistemine entegre olmuş olman ülkemizde de benzer gelişmelerin olduğunu gözlemliyor olmamdır. Örneğin ülkemizde yayıncılık ve dağıtımcılık sektöründe de bir tekelleşme olduğu görülüyor. Ülkemizde yurt çapında gazete ve dergi dağıtımı yapan şirketlerin dağıtım kanallarına girebilmeniz için çok büyük bir sermaye gücünüz olması gerekiyor. Bu arada, şunu da bilmenizi isterim ki yayıncılıkta en büyük gider de dağıtımcılık masrafıdır. Gazete ya da dergilerin gelirlerinin büyük kısmı bu masrafa gidiyor.
Aynı şekilde yayımcılar da büyük bir tekelleşmeye gidiyor. Yayıncılık birkaç büyük yayınevinin etrafında toplanıyor. Ekonominin en temel kurallarından ve işleyiş mekanizmalarından biri arz-taleptir. Ama bunun son zamanlarda arz yönünde değiştiğini nasıl inkâr edebiliriz? Arz artık talebi belirleyip yönlendirebiliyor. Bu da kültürel ve yazınsal üretimi ve hatta yaratıcılığı ve hatta bu yaratıcılığın yönünü belirleyebiliyor. Yayıncılar ellerindeki güçle kültür ortamını dizayn etme ve belirleme kapasitesine maalesef sahip. Bazı yazarları destekleyip yüz binlerce adet satarken (elbette ki vasat ve ortalama beğeniye seslenen yazarlardır bunlar) ayrıksı, aykırı ve düzeni tehdit edebilecek nitelikte olduğunu düşündükleri yazarları yayımlamama gücüne çoktandır sahipler. Zaten şu da bilinmekte değil midir: Hiçbir özgün ya da muhalif düşünce büyük yayınevlerinden çıkmaz. Çoğu marjda yer alan küçük yayınevlerinden ürer.
Şükür ki, durum burada anlattığımdan çok daha kötü değil. Daha bunlar iyi günlerimiz. Hala ayrıksı ve muhalif düşünceler varlık alanı bulabiliyor. Sistem hala bazı tehditleri fark edemeyebiliyor. Ama çok yakın zamanda Foucault’nun panoptikonu gibi bir duruma gireceğiz. Her taraftan gözetim altında tutulacağız. Sözlerimiz daha ağzımızdan çıkmadan ağzımıza tıkılacak.
90’lı yılların önde gelen şairlerinden dostum Ayhan Kurt bir Facebook paylaşımında “Bu zamanda hala Kant’ın ödev ahlakına göre davransaydık şarlatan olurduk,” demişti. Ben hala öyle, bir 19. yüzyıl şairi ve yazarı gibi davranarak şarlatan olmayı göze alıyorum. Almalıyız.
ŞAİRLERİN 'AİLE ALBÜMÜ'
1980’li yıllarda (ki 80’de 15 yaşımdaydım) Murathan Mungan, Akif Kurtuluş, Ahmet Erhan (Ahmet Telli değil) gibi isimlerin çıkışı o kasvetli dönemde büyük bir umut ve heyecan yaratmıştı. Bir tür derin derin nefes alabilmek gibi bir şeydi. Murathan Mungan bunların içinden en çok ses getiren isimdi. Şimdi bakıyorum da bütün o popülerleştirme çabalarına karşın Mungan kendi duruşundan taviz vermeyerek ciddi bir edebiyat ve kültür insanı olma kimliğini korudu. Ki kendisi gerçekten de geçmiş edebiyatımızı olduğu kadar çağdaş edebiyatımızı da bilir ve takip eder. Zaten Metis yayınlarından çıkardığı son seçkisi ‘Aile Albümü’ de bu özelliğinin gerçek bir kanıtıdır. Seçkide çok eski şairlerden günümüzün en genç şairlerine kadar birçok şairden ürün bulunuyor.
Mungan, önsözde, incelikli hissiyatına uygun olarak, eski zamanlarda, şimdiki gençler bilmez, misafirliğe filan gittiğimizde bize getirilen aile fotoğraf albümlerine nasıl baktığımızı anlatıyor. Gerçekten de misafirliğe gittiğimizde ya da bize misafir geldiğinde fotoğraf albümlerimizi gösterirdik. Onlarda büyükbabalar, büyükannelerden ailenin çocuklarının bebekliğinden başlayarak büyüdükleri zamana kadar geçen zamanı izlerdik. Onlar o ailenin yaşadıklarının bir tür tanığı olarak gözlerimizden önünden birer birer geçerdi. Hatta öyle ki fotoğraflara dokunurduk sanki gerçekliklerini anlamak istermişiz gibi.
Murathan Mungan bu seçkide şairlerin kendi aile bireyleri, sevgilileri, eşleri dostları ile ilgili siyah beyaz resimler gibi hüzünlü şiirlerini bir araya getiriyor. Şairlerin -ki onlar aslında sıradan insanlardan farksızdır- hayatlarında iz bırakmış insanların betimlemelerini bütün canlılıklarıyla gösteriyor. Şunu da söylemem gerekiyor: Hazırladığı bütün seçkiler içinde beni en çok etkileyen seçki budur. Bence bu albüme bakmanızda hayatınız için bir önem vardır.