Şöyle bir söz vardı: “Umut fakirin ekmeği/ Ye Memet ye.” Memet umudunu yediği sürece geleceğe hep iyimser ve talepkâr bakacaktır çünkü. Geleceğini inşa edecektir ve mümkün kılacaktır. Öyle ki nerdeyse yoktan var etmektir bu. Olmayanı oldurmak, görünmeyeni görünür kılmak, söylenemeyeni söylemek, gidilemeyene gitmek, varılamayana varmak. Umutlu olmak geleceğe doğru inançlı adımlarla yürüyecek takati ve gücü kendinde bulmak demek. Umutlu olmak, her gecenin sonunda mutlaka günün doğacağına inanmak demek, ki öyledir de; her geceden sonra gün aydınlanır.
Ama umutsuzluk öyle mi? Zifiri bir karanlık sanki sonsuza dek hiç kalkmayacakmış gibi sürecektir sanki, asla gece bitmeyecek, gün ağarmayacaktır. İnsan kör karanlığın dört duvarının içine sıkışmış, adım atacak takati kalmamıştır. Gözleri hiçbir şeyi görmüyor, geleceğe dair herhangi bir ümit besleyemiyordur. Karanlık (ya da kurgulanmış karanlık) bütün varlıkları, hatta bütün dünyayı, hatta hayatı baştan uca kaplamıştır. Adeta yok kılmıştır. İnsan kör olmuştur da sanki körlemesine el yordamıyla yaşamaktadır, temas etmekte, çok az şey algıladığı için de bir türlü yeni ve cesaretlendirici düşüncelere varamamaktadır. Aydınlık ışıtıp görünü kılarken, yeni imkânlara gebeyken, karanlık karartır ve hiçbir olasılığın yeşermesine izin vermez. Kısırdır, ölüm döşeğidir.
Peki ama şöyle bir şey de var: Umudun kedisi kadar ve hatta daha çok, neyi umut ettiğiniz de önemlidir. İnsanların boş umutlara, boş hayallere kapılması da bir tür gerçeklikten kopuştur. Gerçekten kopuk yaşaması anlamına gelir. Örneğin, bu sistem, sizin umutlarınızı, hatta neyi ne kadar umut edebileceğinizi bile belirler. Bazı şeyler umut edilebilirken bazıları imkânsızdır adeta. Ham hayaldir. Umut ve hayaller sistem tarafından belirlenir, yönlendirilir. Bazılarını hayal edip umut etmeğe izin varken, bazıları ta en başından size yasaklanmıştır. Kapitalizmin her değeri parayla ölçtüğü, bazı değerleri değersizleştirirken kendi işine gelecek bazılarını ise aşırı önemli kıldığı ve işbirliği yaptığı bu sistemde hayatımız bizim için kurgulanmış bir gerçekliğin içinde kimi şeyleri umut etmeye bizi sevk ederken, kimi şeyleri hayal etmenin önü ta en başından kesilir. Kapitalizmi sonsuzlaştıracak bazı değerler (kâr güdüsü, her şeyin metalaştırılıp maddi bir değerle ölçülmesi, bazı işlerin para ederken bazı şişlerin bütünüyle değersizleşmesi, para etmemesi) öne çıkarılır, bazı değerler ise küçümsenir. Konfor öne çıkarılırken, ya da performans ve verimlilik ve ayrıca kazanç getirme kapasitesi övülürken, ahlak, diğerkâmlık, dostluk, ölüm, anlamak, idrak gücü, bütün bunlarla beraber özgürlük ihtiyacı ve doğayla iç içe uyumlu bir yaşam ve elbette ki karşılıklı iletişim yok edilir. Değersizleştirilir. Bu sistem insanların umutlu değil umutsuz olmasını, iyimser değil kötümser olmasını, birlikte değil yalnız olmasını, sağlıklı değil bir parça hasta olmasını tercih eder. Sistem kendi kültürünü, kendi dünya algısını ve kendi kurgulamış olduğu gerçekliği dayatır ve sanki bunların asla değişmez mutlaklarmış gibi insanlar tarafından kabul edilmesini ister ve hatta sağlar (biyopolitika vs).
Ne yazık ki insanlığın hakikat-sonrası bir döneme girdiği, doğru ile yanlışın, hakiki ile sahte olanın ayırt edilemediği bir çağ bu. İnsanlar sistem tarafından kurgulanmış olan bir gerçekliğin içine yerleştirilirken, gerçek ve doğru kurgulanıyor, gerçek ile yalan olan arasındaki ayrım aşındırılıyor, insanlar körleştiriliyor. Algılarıyla oynanıyor, hatta manipüle ediliyorlar. Sanki sistemin belirleyip sunduğu bu gerçeklikten, bu dünyadan ve bu hayattan başka hiçbir şey yokmuş ve mümkün değilmiş gibi bir algı yaratılıyor. Sanki bunlar asla ve hiçbir zaman değiştirilemez. Sistem artık her şeyi belirliyor; edebiyatı, sinemayı, sanatı, düşünceyi, ahlakı, geleceği kendi çıkarlarına uygun bir şekilde kendi keyfince inşa ediyor. Ve insanların çoğunluğu bunun farkında bile değil. Kendisine izin verildiği kadarıyla yaşadığı bu dünyayı gerçekliğin ta kendisi sanıyor. Sistem insanları, teknolojideki son ve çok tehlikeli gelişmelerden de yararlanarak yeniden kurguluyor; makine-insan haline getiriyor, otomatlaştırıyor. Bütün bunlar kesinlikle böyle.
Ama şunu unutmamak gerekir ki her şey aslında başka türlü olabilir ve her şey aslında dünyayı nasıl algıladığınızla, bu arada neyi umut ettiğinizle ilgilidir. Yeni bir ev yerine yeni bir hayat mı umut ediyorsunuz? Yoksa sadece aç kalmamayı yaşamak mı sanıyorsunuz? Yaşamınızı sürdürmenin yaşamın kendisi ve biricik anlamı olduğunu mu yoksa? Düşünün, neden sanattan, edebiyattan, düşünceden ve dolayısıyla düşünmekten uzaklaştırılıyorsunuz? Ülkemizde neden bu kadar az okunuyor, neden bu kadar az kültürel değerler aşındırılıp değersizleştiriliyor? Neden size izin verildiği kadarını yaşamayı kabulleniyorsunuz? Neden başarı denilen şey para kazanmak olarak değerlendiriliyor. Oysa başarı insanlarla iç içe, doğayla uyumlu biçimde, anlamlı bulduğunuz bir yaşamı yaşamaktır, yoksa size dayatılanı değil.
En korkuncu da umudunuzun elinizden alınmasıdır. Geleceğinizi kendiniz belirleyemediğiniz, yaşam biçiminizin seçmenizin önlendiği bir sistemden başka bir yaşam biçimi umudunuzun elinizden alınmasına fırsat vermemeliyiz. Zira umut her şeydir. Umut devrimcidir. Umut hayattır. Umudunu kaybeden her şeyini kaybeder. Umut ederek değiştirmeliyiz.