Çağımızın pek de hijyenik sayılamayacak, iyi ki de değil, ortamlarından biri olan internette hijyen kelimesini rastgele arattığımda karşıma çıkan tanımlardan biri aşağıdaki gibi oldu: “Gözle görülmeyen mikroorganizmaların hayatımız üzerinde oluşturduğu tehditleri bilmek ve farklı yollarla insan vücuduna transferlerini önlemek sağlıklı hayatın bir zorunluluğu olarak karşımıza çıkmaktadır. Hijyen kişisel boyutta başlayıp insanların yaşam alanına, oradan çalışma alanlarına ve en sonunda da kamu sağlığına etki eder. Bu konuda önemli olan hijyenin kendisi değil, ‘hijyensizlik’ durumudur. Hijyensizlik veya hijyen eksikliği kişinin ve toplumun hayatını doğrudan negatif yönde etkileyebilecek, yaşam kalitesini düşürebilecek, hatta ve hatta salgın hastalıklara yol açarak bölgeler çapında hayati tehlikeler yaratabilecek bir eksikliktir.” Buradaki ‘insan vücudu’, ‘insan’ gibi kelimeleri ‘toplum’ diye okuyunca ortaya çok enteresan farklı bakış açıları çıkıyor.
Ben, şahsen, hijyen kelimesinden nefret ederim, kavramından da tabii, çünkü hijyen görecelidir ve uzlaşımsaldır. Bir şey bir şeye göre, bir toplum bir başka topluma, bir uygarlık başka bir uygarlığa göre hijyenik sayılabilir. (Ki hijyen mecazi anlamda uygar olmanın göstergelerinden biriyken, kirlilik ilkel ve barbarlara, demem o ki belli bir uygarlığın değerlerinin dışında yaşayanlara özgüdür.) Uzlaşımsal olduğu için de her zaman dönüştürülmeye açık güvenilmez bir kavram olduğu söylenebilir. Toplum aslında kendi ‘statükosunu’ korumak, kendi varlığını sürdürmek için icat etmiştir hijyeni ve son yıllarda da bu denli vurgulanmasının nedeni sanırım toplumun ‘gözle görülmeyen mikroorganizmaların kendi hayatı üzerinde oluşturduğu tehditleri bilmesinden’ ya da en azından öngörmesinden, hissetmesinden kaynaklanıyor.
Hijyen insana adabı muaşereti de çağrıştırıyor. Diyelim ki yüksek kesime dahil birinin düzenlediği bir toplantıya oraya uygun kıyafetlerle gitmek hijyene uymamaktır. Bazı restoranlar vardır; kravatsız girilmez. Ben oralara kravatsız girerek düzeni bozmaya kışkırtılırım daima. Amaç, uzlaşımsal düzeni ve hijyeni bozarak düzenin kendini sürdürmesini önlemektir. Kirlilik özgürlükse hijyen kısıtlamadır. Hiç hijyenik devrim gördünüz mü siz? Hijyen düzeni devam ettirir, muhafazakârdır. Devrimlerse hijyenik değildir. Her ne bakımdan değerlendirirseniz değerlendirin böyledir bu.
Kültürel çevrende, edebiyatta, şiirde ve sanatta hijyenik sanatçılar kadar ‘kirli’ sanatçılar da vardır. ‘Kirli’ sanatçılar çığır açanlardır, hijyenik olan muhafazakârlarsa varolan düzeni sürdürürler varolan kabul görmüş, uzlaşımsal değerleri her zaman baş tacı ederler. Bizim edebiyatımızın en ‘kirli’ yazarlarından aklıma ilk gelen ilk ikisi Sait Faik Abasıyanık ile Oğuz Atay’dır. Bu iki yazarın kelimeleri tıpkı gözle görünmez mikroorganizmalar gibi toplumun katmanları arasına sızarak toplumsal katılığı yumuşatırlar. Sat Faik her daim toplumun altta kalan kesimlerine (her ne kadar duygusal da olsa) bir bakışla yaklaşırken, diyelim Oğuz Atay kafa karışıklığını, ruh büzülmesini, kuşaklar arası çatışmayı, toplumla bir türlü uyum içinde olamamayı dile getirerek hijyeni bozarlar. Atay, ruhsal zafiyeti göstererek, bir anlamda zayıflığı anlatarak, hijyenik olan ‘güç’ün karşısına dikilir. Toplumda güçlü olmak, onun kurallarına harfi harfine uyarak suyun yüzüne yükselmek, sınıf atlamaktır. Toplumda tutunamayanlar her zaman için toplumun baş belasıdırlar, hiç de hijyenik değildirler.
Dünya edebiyatından artık söz edile söz edile can sıkıcı bir hal almış olan Charles Bukowski pisliğin sözcüsüdür, ayyaşlığı, dolayısıyla esrimeyi yüceltir. Onun toplum içindeki tesadüfi yürüyüşlerinde yanında her zaman alkol vardır. Allen Ginsberg, Jack Kerouac gibi Beat guruları da toplumun dakik, dolayısıyla sağlıklı, eh dolayısıyla da hijyenik işleyişinin içinde başı boş, öngörülemeyen, dolayısıyla da hesaplanamaz bir hareket içindedirler. Beat Kuşağı’nın ilham perisi Neal Cassady Türkçeye de çevrilen ‘One Third’ (Üçün Biri) adlı kitabında çaldığı sayısız otomobille Amerika’nın bir ucundan diğer ucuna yaptığı ruhani yolculukları anlatır. Demek ki durağanlık hijyeniktir de, devamlı hareket hakinde olmak ‘kirli’dir. Tehlikelidir. Toplumun dengesini bozar.
Demem o ki, genel olarak toplumun doğru ve sağlıklı kabul ettiği değerlerdir hijyen. Bu değerlere sığmayıp bunlara aykırı davrananlar ‘kirli’dir. Ama kime ve neye göre? Tabii ki yerleşik düzene göre. Öyleyse hijyen-kirlilik diyalektiğinde ilerici olan kirliliktir, sınırları zorlayan kirliliktir, hiç açılmamış kapıları açanlar kirlidir. Hijyenik olanlar merak bile etmezler.
Kusarak toplumu kirletiyor olabilirim, ama hiç olmazsa içimi temizliyorum.