François Truffaut, Ray Bradbury’nin distopya romanı Fahrenheit 451’i başarılı şekilde beyaz perdeye uyarlar.
1960’ların ortasında yarattığı görsel atmosfer ve sinematografik atılım bugün de etkileyicidir. Kitap okumanın insanı mutsuz ettiği, hayatın dengesini bozduğu ancak televizyon izlemenin ve onun bir parçası olmanın huzur getireceği, geçmişte yaşanılanların gelecekte de yaşanabileceği kurgusuna dayanan filmde, totalitarizm ustalıkla eleştirilir. Kitap okurlarının evleri ihbarlara dayanılarak basılmakta, onların şaşırtıcı saklama yöntemleri, itfaiye erlerinin kitap bulma hızlarıyla açığa çıkarılmaktadır. Sonra da zevke karışan vazife duygusuyla ateşe verilmektedir kitaplar. İtfaiyecilerin elbiselerindeki 451 rakamı kitap kağıdının yanma derecesini karşılamaktadır. İtfaiye kurumunun şefi Beatty, bu baskınlardan birinde , oldukça zengin bir kütüphaneyi ateşe vermeye hazırlanırken gözde elemanı Montag’a : ‘Herkesin mutlu olmasının tek yolu eşit olmaktır’ diye seslenir. Ona göre kitaplar eşitliğin düşmanıdırlar. Yok etmek eşitliğin garantisidir.
‘Gördünüz mü, paranın pulun hükmü yokmuş. Görünmeyen bir virüs sonunda zengini ve yoksulu eşitledi. Kimsenin hayat garantisi yok. Genç yaşlı demeden her an herkes virüs illetine maruz kalabilir. Malı mülküyle övünüp şişinen, kendisini bir hastane odasında bir solunum cihazına bağlanmış tavana bakarken bulabilir. Hem bundan böyle dünya eskisi gibi olmayacak. Her şey değişecek. Devletler, şirketler, eğitim kurumları, şehirler ve elbette insanlar da öyle olacak. Bu günler geçince herkes daha mutlu olacak.’ ‘Amerika, İngiltere, İtalya, Fransa çöktü. Virüs dünyayı birbirine yaklaştırdı. Kötülük umulmadık bir eşitlik getirdi.’
Bu ve benzeri sözleri işittikçe, bunca olup bitenler karşısında televizyon kanallarının şenlikli hallerini gördükçe, Fahrenheit 451’i hatırlıyorum ister istemez. Aşırı iyimserlik yanında sanki gerçeği yok sayma kurnazlığı var bu cümlelerde. İnsan, olup biten gerçeği bütün açıklığı ile kabul etmediği zaman, sözler olup bitmesini istemediği şeyler etrafında boşuna dönüp durur. Sorgulamadan kabul edilen her düşünce toplumu çürütür. Gerçek can sıktığı gibi o güne kadar kurulmuş düzenleri de tehdit eder. Asıl eşitlik gerçeği bilme ve kabul etme eşitliğidir. Sebep teşhis edilip kabul edilmediği ve ortak bir gelecek fikrinde buluşulmadığı zaman sonuçlar pusun içinde kaybolur. Hatta mevcut kanıksanır, sebep meşruiyet kazanır.
Bugüne kadar Koronavirüs hakkında nitelikli bir sebep eleştirisine girişilmedi. Aktüalite ve istatistiklerle ilgilenildi. Ölenler insanlar değil rakamlar sanki. Olayların ve rakamların içinde yapay varlıklar varmış gibi. Korku ve panik yaratılarak adeta insanların sonuca alışması, olana boyun eğmesi isteniyor. Böylesi bir virüsün ortaya çıkması doğal süreçlerin sonucuymuş, birileri buna sebep olmamış gibi davranılıyor.
Mesela virüsün ilk kaynağı Çin hiç konuşulmuyor. Dünyaya bir çöp kamyonu rahatlığıyla boşalttığı felaketin ilk faili değil sanki. Vahşi kapitalizm nicedir üretim üssü yaptığı Çin ile karşı karşıya gelmek istemiyor. Çin’de milyonlarca insan ehramlara taş taşıyan köle durumundalar. Devlet formuna bürünmüş pençe vahşi kapitalizmle birlikte her şeyi kolaylıkla şekillendiriyor. ABD ve Avrupa’daki yaşlılık anlayışı es geçiliyor. Bizde #evdekal mottosuyla, imkanı olanlar bahçeli korunaklı evlerinde ‘izole’ olurken, binlerce işçi, üretim çarkı durmasın diye çalışmaya gitti. Birer konserve kutusu çapındaki evlerde dışarı çıkmadan yaşamaları istendi milyonların. Ama, ev, şehircilik anlayışımız sorgulanmadı. Sadece günlük kazancı ne ise hayat garantisi o kadar olan aileler var. Umut vaad eden ekonomik bir korunma halesi oluşmuş değil. Eğitim yanında bakımı özel bilgi isteyen çocuk ve yetişkin grupları için ise kimsenin iki söz ettiği yok.
‘Hastanelere, mahkemelere, okullara’ uğramadan bir korunma halkası oluşturulabilir ancak virüs sonrası hayatın niteliği ve güvenilirliği sebeplerin açıkça tartışılmasına ve insana yakışır bir hayat düzeninin kurulmasına bağlı. Mevcut kentleşme, tarım ve her türlü üretim- tüketim döngüsü bir gelecek eşitliği ışığı taşımıyor. Hasılı virüsün eşitçe bulaşma, yok etme ihtimali herkesin gelecekteki mutluluğunun garantisi değil.