Her yeni kendine özgü diliyle gelir. Öz, içerik, tema önemlidir ama hiçbir tema ne tek başına özgündür ne de kalıcıdır. Temayı, özü, içeriği vasat uykusundan kaldırıp yeniliğin evrenine çekecek olan sadece ve sadece hangi dille ifade edildiği ve bu ifadenin ne tür bir biçim kazandığıdır. Bu sırf sanat ontolojisine ilişkin bir esas, mesele değil, onun kadar, onunla birlikte hayatın kendisi ve onun bütün cepheleri için de geçerlidir.
Yenilikten, yeni olmaktan, yeni bir devir açmaktan söz açıp, her şeyi bu ölçekte değerlendirenler ilkin sarıldıkları dili gözden geçirmek zorundadırlar. Yeni yeni çığırtkanlığıyla nice köhne, nice ölü, nice devrini tamamlamış, nice topluma, halka, insana kök söktürüp kan kusturmuş anlayış vardır ki ilk fırsatta aslına dönecek, onu ifade eden dili susturacak, insanın ve toplumun ebedi varoluş hakkını bir kez daha elinden alıp umutsuzluk tohumları yeşertecektir. Yeni cila, motif değil kelimenin tam manasıyla dokudur.
Yeni olanın, yeni diye sunulanın sanattan ve düşünceden çıkıp çıkmadığına bakmak gerekir ilkin. Sokak, aktüalite, konjonktür, yenilik yaratamaz. Ona kaynaklık eder sadece. Çünkü ancak sanat ve düşünce yeni olanın çilesini çekebilir, onun maverasına gidip gelebilir, geçmiş ve geleceğin gerilim katsayısını ölçebilir, iç hesaplaşmalarını yaşayabilir yetmedi eleştiri ölçütünü sonuna kadar çalıştırabilir. Eleştiri ateşinden geçmemiş, dağın doruğundan, çölün dibinden nasibini almamış bir yeni, belagat kitaplarından, çenebaz hokkabaz ve sirk oyuncularından mülhem, göz kamaştırıcı kostümler içinde, bize kendisini alkışlattırarak üstelik kolaylıkla hayatımıza sokulup gözümüzü boyayabilir.
Yenilik bir hak değil aynı zamanda katı bir kaderdir Doğu’da. Bugün her tür köhne bağnazlık, kaba kültürel inat, hayata ve insana kendince dahletmeyi kutsal bir görev hatta marifet biliyor Doğu’da. Bunu sıklıkla yenilik iddiasına sarılarak yapıyor üstelik. Oysa biz, ‘her gün yeniden doğarız bizden kim usanası’ diyen bir şairin dilinden doğup gelenleriz ve bu has ilkeden kurtulamayız. İşte tam da burada açığa çıkar, yeni olanın, yeniliğin dili, bu sentaksa, bu kelime dizilişine, bu ritme, sonra da bu temaya bağlanır. Sentaksı, kelimelerin dizilişini ve ritmi oynatamayız. Ama temayı sonsuza kadar açabiliriz. Şiirimiz budur bizim düşünce olarak.
Yeni bir yıldan söz açma hakkını buluyorsak kendimizde, bu hakkı başkaları ile irtibatlandırıyorsak dünden, dünde kalandan farklı ne yapacağız? Hangi adımı değiştirecek, dilimizin bağını çözüp de hangi fikre daha bir bağlanacağız? Kendi günahlarımız, hatalarımız, yanlışlarımız üzerine dün olduğu gibi hamaset ve belagat kulesi mi inşa edeceğiz yoksa tek tek, bir bir, yüklerden, yanlışlardan kurtula kurtula özgürleşip yenilenecek miyiz? Bu sorudur?
Bizim tek ödevimiz kültür ve medeniyet kavramlarını refleksle savunmak değil onun yeni olan sürek dilini yaratmaktır. Eserleri korumayı, savunmayı, dünyanın önde gelen müzeleri, onların yöneticileri bizden daha iyi ve daha akıllıca yerine getirebilirler. Yeni olan düşünüre, sanatçıya, her tür sanatçıya, ne kadar tahammülü var toplumun? Yenilik iddiası taşıyan sanatçı ve düşünürün ise dayanabileceği son sınır nedir burada? Aşk’ta nihai hedefi Mecnun’luk olan bir inat ve anlayış bugünün dünyasında yeniyi nerede yaşatacak? Bu bir fantastik kurgu mu yoksa bir varoluş sorunu mu sayılacak?
Yeniye bakalım, yeniyle yol alalım, onu kuşanalım, onunla yükselip yücelelim. Ama önce dilini bularak. Ona bürünerek, onun erdemi kadar günlük yaşama şevki yanında güzelliğini de kuşanarak. Hayatsız bir söylem yeniliğin cevheri olamaz. Dil nihayet bir yüksek düşünme ve sanat eylemidir ve bu yüzden insan ve toplum olmanın ana kaynağıdır. Bugün klasik sayıp da bağrımıza bastığımız nice yeni dili, geçmişte olduğu gibi bir gecikme ve yok sayma ambarına kapatmayalım. Yeni, yaşıyorsa vardır.