Sadece yüzümüzün denge noktası değil dilimizin de hayli işlek kelimelerinden birisidir burun. Kimi insan bilimciler burun yapısından çıkarak insan kişiliğini okumaktan yana. Gerçekten böylesi bir bağlantı var mıdır bilmiyorum. Fiziksel olarak vücudumuzun en uç organı odur. Karanın denize sokulduğu en son yere de burun deniliyor. Bozburun, Karaburun, Zeytinburnu gibi nice bölgenin ismine dönüşüyor burun. Türkiye Türkçesinde olmasa bile Özbekçe’de önce, ilk, geçmiş anlamıyla kullanılıyor. ‘Burınkı vakıtta Hoca Nasreddin’ diye başlar bazı hikayeler. Burun farkıyla kazanma, çiçeği burnunda olmak, bir şeye burnunu sokmak, burnundan solumak, şıp deyip burnundan düşmek, burnunun direği sızlamak ilk akla geliveren karşılıklar. Hatta enfiye için burun otu denildiği de yazılıdır. Olumlu ve olumsuz nice hal onunla karşılanır.
Bir de siyasal tarihimizde ‘burun’ konusu vardır ki o çok daha derin bir mesele. Mizahı ve edebiyatı ilgilendiriyor ayrıca. Cyrano de Bergerac, Gogol’ün Burun hikayesi ve Pinokyo unutulur mu hiç? Bir şeye sınır koyulduğunda ‘sen bu işe burnunu sokma’ deniliyor. Edebi eserin yaratıcısı yazar söz konusu olduğunda o, güçlü koku alma duygusu, engel tanımayan merakı ve değişmez tabiatı gereği burnunu geri çekmekten kurtulamıyor. Eski Bizans Sultanları’nın kırılmış altın burunlarını şimdilik bir güç ve aile meselesi olarak anıp geçelim. Yeraltı dünyasında ‘burna atılan yumruk’a da fazlaca kafa yormayalım. Yazar ve burun ilişkisine bakalım.
Tıpkı karanın denizin en ucuna kadar sokulması gibi yazar da toplum ve insanın en ilerisine kadar varır. Orada yoklanmamış nice bakir noktalar, sorulmamış onca soru ve gizlenmiş hayli sırlar bulur. Korku ve ölüm el ele gezebilir bu yolculukta. Ancak ilerlemenin başka yolu da yoktur. Eğer yazarlar hiç bir şeye burunlarını sokmadan oturdukları yerde dursalardı, dil, edebiyat ve insan fazlaca ileriye gitmezdi. Bir toplumun yazarlarının, düşünürlerinin burun farkıyla geçtikleri çizgi önemlidir bu yüzden. O sebepten yazarın yaptığı burun sokmak değil burun olmanın hakkını vermektir. Yazar, burnunun kırılma, burnundan getirilme pahasına burun yolculuğunu sürdüren kişidir.
Son zamanlarda edebiyat ilişkilerinin doğası değişmekte yazar burnu da bundan payını almaktadır. Kimi yazarların burnu piyasa koklamakta kimisi de kitaplarına tepkiler gelince, burnunu niçin ve nereye kadar soktuğunu açıklamaya çalışmaktadır. Bir toplumun yazarını, estetik değerlerin dışındaki gerekçelerle yargılaması, onu çarmıha çekmesi kabul edilemez. Hele yazarın eserini piyasa baskılarıyla açıklamaya kalkışması oldukça trajik bir durumdur. Edebi eserin biricik olma ve mutlak özgürlüğünün bir kenara atılmasıdır bu tutum. Adeta yazar ile kitle arasında bir karşılıklı açıklama/ uzlaşma haline bürünmesi, edebiyatın doğasının zorlanmasıdır. Bir edebi eser toplumsal sipariş değildir. Yazarın özgür ibdasının sonucudur.
Yayıncı, yazar ve tüketici- okur üçgeni üzerine kurulmuş ve bir tür üretim, satış ve paylaşma döngüsüne oturtulmuş kurguda, yazar ve edebiyat özgürlüğünü koruyabilir mi? Müşteri memnuniyeti ana ereklerden birisine dönüşürse ve yazar hem niyetini hem de yöntemini sürekli açıklamak durumunda kalırsa ne olur?
Son günlerde ödüllü bir yazarın romanı yayımlandı. Şunca yıldır yazdığı kitap hakkında açıklamalar yapıyordu o yazar. Ne yazacağı, nereleri gezeceği, hangi kitapları okuyacağı hatta ne tür kahramanlar yaratacağı hasılı burnunu aşağı yukarı nereye dek uzatacağı belli olmuştu. Kitabın yazımı bittikten sonra da bilgi paylaşmayı ve kamuoyu oluşturmayı sürdürdü. Yayın zamanı geldiğinde ise adeta bir ‘youtuber’ olarak toplumun karşısına çıktı. Bütün bunlar elbette yazarın tercihidir. Fakat baştan sona bir kurgu olan edebi eser, niyet yönünden tartışıldığında meselenin çehresi neye bürünür?
Yazarın ve yayınevinin bir edebi eserin maksadı ve doğası üzerine açıklama yapması, yazarın bunu kabul etmesi ne anlama gelir? Toplumsal çürüme, düşünsel düşüş ve bağımlı edebiyat olgusu sırf patronun ve onun ortağı yazarın meselesi olmaktan çıkar, toplumsal ve tarihi bir karaktere bürünür. Yazarın, ikide bir okurun karşısına çıkıp burnunu nereye kadar ve niçin uzattığını söylemeye çalışması acıklıdır. Kurguya dayalı bir edebi eserde tesadüfler yer almaz. Her cümle her karakter bilerek yaratılır. Bundan sonrası da sadece yorumdur. Yazarın ve yayıncının fiziki burnunu korumak adına kendi yaratıcılığı ve kişiliğinin temel organı burnunu feda etmesi kabul edilebilir mi? Böyle bir tercihte burun farkıyla öne geçenin kim olduğu yeterince düşülüyor mu?