Önde geniş, keskin damarlı, yeşili doygun ve diri kiraz yaprakları dalgalanıyor. Uca, yukarıya doğru daha incelip körpeleşen dallar güneşin şımarık gelinleri gibi iç içe cilveleşiyorlar. Hiçbir ağaç sabit kalmıyor toprakta, içten içe bir değişme sürüp gidiyor. Şimdi meyveleri çoktan toplanmış ve doymuşlar için dünyada bir unutulmaz tat bırakmış kiraz dalları sonbaharın sonuna kadar direnecekler, sonra da başka hiçbir ağaca özenmeyen turuncu kırması yaprak tonlarıyla devirlerini tamamlayacaklar. Ağaçlar içinde bir Gılgamış ıslığı taşıyan yegâne ağaç diyeceğim kiraz için ve bu yaprakları zamanda ebedi sürükleniş diye anacağım. Dudak güzelliğiyle yarışan etli ve lezzetli onca meyve sonrasında başının böyle dimdik kalmasının izahı olmalı çünkü.
Dikkatle bakmadığımızda ve üzerine kafa yorup düşünmediğimizde her yaprağı yeşilin küpüne atıveririz. Yeşil deriz işte. Yemyeşil bir yaprak denizi. Oysa öyle midir? Her bir ağacın yeşili kendisine göredir ve bu yeşilin karakteriyle dallar dallardan, yapraklar yapraklardan ayrışır. Ezeli faniliğin sonsuz varoluş efektidir aslında yapraklar ve bize asıl varoluşun biricikliliğini telkin ederler. İşte bu yüzden olacak yenilgi tatmamış bir kumandan gibi mağrur şu kiraz yapraklarının arkasında bir keçi sürüsü gibi çan çan dağılan ceviz yapraklarının da söylediği böyle bir şeydir. Bir ceviz ağacı kudretini ana gövdesinde bencilce toplarken dallarını da özgür bırakır. Ceviz kerestesinin bunca sağlam kalmasında bu tabii psikolojiyi görmezden mi gelelim? Ne var ki baharın prensi saydığımız kiraza karşı ceviz, bütün mevsimlerin filozofluğuna soyunur. Bu keçi sürüsü yapraklar arasından birer millet başı gibi uzanan cevizler giderek çetinleşecek ve sonra da, gün gelip insan onu kırınca beyninin âdeta bir prototipini bulacaktır. Fakat bir kiraz ağacının yaprakları ne kadar birbirine sokulur gibi gözükürse bir cevizin yaprakları da o denli birbirinden ayrışıp teklik davası güder.
Gözün yanılgısını akıl tamamlar ve aklın kuru boşluklarını duygu tamamlar. Kiraz istese de belli yüksekliği aşamaz. Ceviz kavakla uzamakta boy ölçüşemez. Cevizin yapraklarına yukarıdan bakan ulu karaçam ise birer şaka yumurtası gibi dallarında tuttuğu kozalaklarla, aşağıya gece gündüz fısıldar. Bendeki dikenli yapraklar rüzgârın balonunu patlatmak için, bende dönüp sizde dinginleşen rüzgarın uğultusu bundandır. Tam da bu konuşmayı duymuşçasına gümbürdeyen rüzgâr üstteki nazik kiraz yapraklarının zarlarına öperek dokunur, cevizin saçlarını karıştırır, Karaçamı eski bir Anadolu mitolojisinin kayıp flütü gibi üfler. Gerideki kızılçamlar, yabani elmalar, çapkın erikler, doğurgan dutlar ve mutlak hükümran yüksek ıhlamurlar yaprak dansında sıraya girerler. Rüzgâr her birinin nazını ayrı çeker. Rüzgâr yaprakları daima tabiat adına rehabilite eder. Ağaçlar olmasa rüzgâr kendisini araya araya tükenir.
Yapraklar âlemine ‘dalmanın’ çok cephesi vardır ve ben elimde olsaydı güneş olarak gezmek isterdim orada. Sabah başka akşam başka dokunurdum onlara. Öte yandan yukarıdan, bütün ağaçların en üstünden bakmak da bir yoldur tıpkı alttan bakıp her bir yaprağın cilvesine kapılıp gitmek gibi. Ne var ki belli bir yükseklik katından, mesela bir balkondan, bir çatıdan, bir yazlık evin terasından bu âleme katıldıkça manevi bir eşitlik de kurarsınız. Göz mesafesi (ki ağaçların gözleri vardır) her zaman gönlün ışığıyla doludur. İşte bu mesafede arka arkaya sıralanan yapraklar gözümüzden iç âlemimize doğru yolculuk etmemize de imkân verir. Anlarız ki sadece görmekten ibaret değiliz. Duyarız, düşünürüz, duyup düşünüşlerimizin gerisinde lezzetine doyamadığımız, sırrına eremediğimiz, uzayın boşlukları gibi başımızı döndüren âlemler vardır.
Bir bakıma da zihnimizin sorup sorgulamasına engel olamayız yapraklar karşısında. Ağaçsız, yapraksız kalmış âlemler hem içimizi kurutur hem de ihtimal geçişkenliklerini yok eder. Yapraklar bize zihnimizin bahçelerinde özgürce dolaşma imkânı verir. Daha da önemli bir şey var belki de yaprakların bize fısıldadığı. Gözlerini kırpa kırpa, ellerini vura vura hiç birimiz birbirimizi kıskanmayız derler. Hepimiz kendi dalımızdan, üstümüze vuran güneşten memnunuz, alta sunduğumuz ferah gölge bundan. Her kuşa yuva olacak dal ve o yuvayı saklayacak kol kanat da bizde! Böyle midir gerçekten? İşte yine rüzgâr araya girdi; gözün gördüğü ışıltı ve kulağın duyduğu hışırtı değişti. Yaşamak bir şevk atına binmek istedi. Bu anda yaprak âlemi şaheser bir filmden, başyapıt bir romandan, incelikle yazılmış kült bir şiirden farklı değildi...