Kütüphanemin şiir kitapları kısmında bana bakıyorlar; Kikirikname, Gençölmek ve Kolları Bağlı Odiseus. İlk baskı hepsi. Bir de yazarlarından imzalı olsalardı heyecanım bir kat daha artardı fakat derdim bu değil. Son zamanlarda kültür dünyamızda gündem olan ve yakın gelecekte daha da tartışacağımız yapay zeka konusunu düşünürken göz göze geliyorum onlarla. Salah bey o her zamanki mizah yüklü zekasıyla gülümserken Melih Cevdet bey derin sulara yelken açmışçasına uzak bakışlı. Gençölmek ise bir kehanet gibi ruh burkucu. Akord edilen bir keman adeta. Altmış yılı devirmiş ve üçüncü hamur saman kağıda basılmış her bir kitabı elime alıp sayfalarını çevirmeye başlıyorum. ‘Sizinkisi de gülmek mi a teresler/ Gülünce şöyle bir sunturlu gülmeli’ diye şıngır mıngır girmiş söze koçaklama çağrışımı bir edayla Köçekçeler şairi. Belli ki zamanın yapaylığı kafasının tasını attırmış. ‘Ağır bir zamandı sürekli ve anısız/ Gözden önceki göz içindi yalnız’ mısralarıyla kendi şiirinde yeni bir mitologyanın peşine düşen Mikadonun Çöpleri yazarıysa baştan yüksek tutmuş sözü. Ergin Günçe’nin sesi ise ‘Azala azala yıkanan bir güvercin aklığı’ tonunda…Ürkek.
Bir zamanlar sözü yüksekten tutmak vardı. Yazar da oraya çıkmak isterdi. Sözün yukarı çıkışıyla insanın ruhen yücelip aklen gelişmesi arasındaki bağ görmezden gelinemez olsa da her yönden zor ve karmaşık bir çağın içine düştüğümüzü kimse inkar edemez artık. Neredeyse sözün seviyesi bile belli değil. Düştükçe mi karşılık buluyor yoksa düşenle beraber o da irtifa mı kaybediyor muğlak. Bilim ve teknoloji inanılmaz derecede hayatımızı kolaylaştırırken, gittikçe felsefenin, dinin, varlığın, oluşun, sözün, edebiyatın hasılı hayatın çekirdeğini tam içeriden sarsıyor. Transhümanizm konusundaki bilgilere ancak sunulanlar kadar vakıfız. Yapay zeka ise bütün popülerliliğiyle ortalığı kasıp kavuruyor. Verili olandan hayal bile edilemeyene kolayca geçmeye niyetleniyor onun vesilesiyle insan. Acılarının ve tecrübelerinin dışında bir yüksek teknoloji laboratuvarında hayallerini kuluçkaya yatırıyor. Uzmanların biraz ballandıra ballandıra biraz da korku salarak anlattıklarına bakılırsa bambaşka bir evrende salınıyor olacağız yakında.
Her zaman teknolojiyi üreten onu bir mala da dönüştürür. Ellerimizdeki akıllı telefonlar görünenlerin dışında başka nice hizmete aracılık ediyor tam bilmiyoruz. Yapay zeka da sonunda mutlaka bir mala dönüşecek ve kapımızı çalacak. Bu malın özellikle edebiyatta nasıl bir işlev göreceği merakla bekleniyor. Gerçi nicedir edebiyat adına dünyada ve ülkemizde kelimenin tam manasıyla bir ‘yapaylık’ almış başını gidiyor. Yapay yazarlar hatırı sayılır bir okur topluluğu da edindiler. Elbette iştah kabartan ekonomik bir hacimleri bile var. Distopyadan fantastik aleme, polisiyeden tarihi romana, vampir anlatılarından bilimkurguya her türde yapay yazar tipi ortalıkta cirit atıyor. Henüz bir piyasa değeri taşımadığından olacak şiire pek bulaşan yok.
Bilim, yaratıcılığa değil deney ve gözleme dayanır. Yaratıcı sanatların başında gelen edebiyat ise dilin bütün yapısal ve biçimsel yapaylıklarından beri yaratıcı öznenin şahsiyet kadar özgür ve özgün yaratma kabiliyetine bağlıdır. Eğer yapay zeka yoluyla bir edebiyata gidilecekse (çeviri dahil) ilkin dili/ dilleri ve onların organik yapılarını ortadan kaldırmak gerekir. Her tür dil yitimi sonuçta insan adına bir kıyamettir. Yapay zekanın sinema yönetmenliğine soyunduğunu düşünelim. Eğer insan gözünün yerine geçebilecekse, Kolları Bağlı Odiseus’u hatırlamanın yeridir. ‘Gözden önceki göz’den bahseden şair salt bir organa atıf yapmaz. İnsan ki gözden önce görmenin bilinci içindedir. Öyle olmasaydı her gören bunca körlüğe razı olmazdı. ‘Nisan toprağı kalbimde ağarıyor’ diyen Ergin Günçe’nin de dil buğusu uçup giderdi.
İster organik olsun ister yeni inorganik beyin fark etmez. İnsanın sorması gereken bütün kolaylıkların sonunda nereye varıp ne olmak istediğidir. Ve yeryüzü bir gün bir büyük yapay beynin hakimiyetine girerse ( bu hiç ihtimal dışı değildir) bundan önce gerçek edebiyatın kritik rolü ne olacaktır? Şimdiden piyasanın mal türleriyle ağzı sulanan yapay yazarlar kendi egemenlik alanlarına doğru uygun adım yürümeyi sürdürürlerken hakiki yazarlar hangi yolu seçecekler?
Edebiyat dahil bütün sanat eserleri kusurlu mükemmellikleriyle vardırlar. Yapay zeka kusursuz ve göz kamaştırıcı metinler üretebilir. Şaşırtıcı dünyalar kurabilir. Sahte bir Ahmet Haşim’in kılığında onun kelimeleriyle aşkın bir yapı kurabilir. Eğer insan kendini değil de kusursuz bir taklidini istiyorsa önce bu organik benliğin yeniden icadı gerekir. Gençölmek, Kikirikname veya Kolları Bağlı Odiseus’a bakarak düşünce/ düşlere dalan bir varlık mı olacak yoksa yazılımların sahte cennetlerinde mi gezecektir? Bir örümcek ağı gibi her yeri saracak tek dilin (İngilizce) göksel krallığına karşı başkaldırının anahtarı olduğunu hepten unutacak mıdır edebiyat?