Kalın, kocaman, uzun saplı bir boya fırçası geride koyu ve kapkara parlak bir iz bırakarak ilerliyor. Yazdığı cümlenin ilk harfindeki keskin kararlılık sona doğru biraz kaybolmuş. Beyzbol topunu andıran söbü O harfini izleyen K harfi alabildiğine acemi ve kararsız. Tek başına kalsalar ‘ok’ diye okunacaklar ama Y onları bambaşka bir anlama uğratıyor. Ne var ki kapladığı duvardaki zemin bu ayrıntıyı seçmeye imkan vermiyor. Keskin bir gözün seçebileceği bir düşme, tereddüt bu.
Gerçekten öyle mi? Kabus gören bir kişinin tam da uyanma anına yakın bir eşikte çizilmiş olabilir mi bu son iki harf? Bunu bilmek mümkün değil. İmkân dahilinde olan, kabusu tekrar rüya düzeyine çekecek bir soru eki olabilir. Birden anlam kayar, umutsuzluğun içinde bir nokta gücünde beyaz ışık beliriverir… Bu bilinçten mi yoksa daha ilk yaratılışın ontolojik refleksinden mi beslenir, cevabı yok.
Zorlu hayat öte yandan çokça kişiliğin direncini kırmakla kalmaz umuda bağlı yaşama istencini de törpüler. ‘Yapacak bir şey yok’ hükmü hemen her yerde insanın karşısına çıktıkça gerçeklik yitimi başlar ve hayatın toprağı yavaş yavaş kıraçlaşır. Tarih, bir dile, coğrafyaya ve kültüre bağlı tarih, bu durumu kendisine göre uğratır, şekillendirir hatta çarpıtır. Tarih bir indirgeme anakronizmidir çokça böylesi durumda. Lakin benim böyle cilalara ünsiyetim pek yok. Daha ilk çocukluğumdan beri tüylerimi diken diken eden bir cümledir, yapacak bir şey yok. Kendime yediremediğim gibi karşımdaki, bu hükmü bir ölüm tabelası gibi ömrün duvarına çakmaya başladığında, içimdeki isyan kabarır. İsyanı siyasaya bağlayanlar düğün bayram etsin, umurum değil. Derim ki kendime o zaman, hayatta, ölüm karşısında bile yapacak bir şey mutlaka vardır. Ölümü erteleyip engelleyemeyiz ama dönüp hayatı gözden geçirerek yepyeni bir ışık yakalayabiliriz. İnsan erdemine en yaraşır görünen düşünme biçimi yapacak bir şey yok kolaycılığından sıyrılmak olmalı. Nasıl aşk mutlak bir yapılacak bir şey yok zincirinden kurtuluşsa, hayat neden onun izi, gölgesi olmasın?
Neden böyle düşünüyorum? Çok mu güçlüyüm ben? Hayatın gücü beni alaşağı etmiyor mu? Bir vesileyle ‘yapacak bir şey yok’ tabelası usta ellerin gümüş çekiçleriyle çakılmıyor mu durmadan önüme? Çakılmaz mı? Belki de en çok benim gözüme batıyor bu levhalar. Ağız şaplata şaplata, kaş göz kaldıra kaldıra kurulan bu cümleler. Pazarda, alt geçitlerde, hastane veya adliye koridorlarında, metroda, otobüste, dersliklerde, çocuk parklarında, televizyon ekranlarında, parçalanmış cam kırıkları gibi ayağıma batıyorlar. İnan ve kabul et: ‘Yanlış bir dağın altından doğru bir su çıkmaz.’ Ne ömrün ne de zihin sağlığın yetecek bu ağır tabutu kara nehre bırakıp da şanlı bir şafakla kendi şehrine dönmeyi beklediğin güne vaktin olmayacak. Nemrut zirvesinde, Trakl Tümülüslerinden, Iğdır Ovasından döne döne Akdeniz’e indiğin Sertavul Geçidi’ne değin nice doğrudan ve dolaylı sembolde gördün sen bu hükmü. Burada bir şey değişmez. Yapacak bir şey yok. Kabul et. Küle tap. Uyuş ve sin!
Diyarbakır surlarını yakan Asur güneşi ile Çimenlik Kalesi’ne kapatılan aslanın yelesinden kırpılan güneş aynı burada. Üçyüz bin ile yüzbin genç insan soğukla açlık arasında toprak olup giderken yakın zamanın birinde, onların içlerinden geçmiş olmalıydı, yapılacak bir şey olamaz mı sorusu. Şimdi bu yüksek duvarı boyayan fırçayı tutan elin telkin ettiği düşünceye nasıl kapılacaksın sen? Yapılacak bir şey yok mu? Diye diye dönmeyecek misin bu yokluk ülkesinde?
Kafa karıştırıp akıl çelen, rüya kanatıp yol şaşırtan her zaman olacak burada. Hatta hakikat binitine binip de nice masum kitleyi heyecanlarının kabında köpürte köpürte tüketenlere de rastlanacak. Masumiyetin çizgisinde hasbi niyetle kalanlar ellerindeki meşalelerle insan hanesini ateşe atmaktan çekinmeyen muhterislere de hayretle bakmayı sürdürecek. Eee, diyecekler, yapacak bir şey yok, kaderinize, payınıza düşen yokluk ve yoksulluğa razı olacaksınız. Bunun için ilahiyatı da kullanacaklar. Hesapları, göbekleri, varlıkları şişerken yoksullara teselli bulacak vaizleri, kahraman ve figüranları seçecekler.
Yapacak bir şey yok, demek biraz da ‘ben payıma düşeni aldım artık sen de benim hakkımı gözet’ anlamı taşır burada. Yapacak daha çok şeyimiz var, demek ise bir koyulma iradesi olarak müştereklik bilinci taşır. Yapacak bir şey yok, demek, bencillik bayrağına selam vermeye çağrı. Akıl sahipleri ve erdemin şiirine inananlar, fırçanın sonundaki tereddütü tekrar okuyup, yapacak bir şey yok mu, diye sorarlar. Ben buradayım ve hakkımı savunacağım demektir bu. En azından, yapacak bir şey yok zalimliğine uğramış bir çift göze sorguyla bakacağım demek. Arkanda sakladıklarında benim de hakkım var demek.