Eğer ormanı sadece bir ağaç toplamından ibaret sanıyorsanız büyük bir körlük içindesiniz demektir. Bütün canlı türlerinin ilk yatağı ormandır ve halen ekosistemi ayakta tutan yine ormanlardır. Onca görmüş geçirmişliğine rağmen yüzü hicaptan kızarmış bir kızıl çamın dibine çömelip onun içindeki endişeyi de duyamazsınız. Çıra gibi yanıp tutuşmak deyimi nasıl bir duygu ve tutku halini karşılarsa, ormanın koynunda da bitmez bir yanma korkusu vardır. Ancak var olanın korkusu vardır. O korkuyu hissetmek için de erken yola koyulmak, orman yoluna sapmak, kabuklar arasında özel bir iletişim dili olan çıtırtılara kulak vermek gerekir. Çıt çıt ses verir ağaçlar endişeden birbirlerine kabuklarıyla. Çünkü böyledir, orman serpilip geliştikçe, ağaçlar büyüyüp dal budak sardıkça, adeta bir ceylan sürüsü gibi yavrulaya yavrulaya çoğaldıkça, peşine düşen avcılar da artacak, ilk gaflet anında üzerine ateş okunu fırlatacaklardır.
Ormanın gürleyişi, ormanın silkenenişi, setten sete, yamaçtan tepeye dalga dalga salınıp esneyişi bundandır. Orman, ormana uyanık olmayı telkin eder. Çünkü bilir ki bir kez eteğinin bir yerine ateş düşerse her yeri yanıp tutuşacaktır. Yine orman bilir ki bazen kendi kendini yakabilen yegane canlıdır. Phoenix ormandan öğrenir küllerinden doğmayı.
O yanınca onun ocağına ateş düşünce sadece ağaçlar kül olmaz. Bulutlar da tutuşur. Denizin kemiği kırılır. İnsanın atlas kemiği uzaklarda gerilir. Kurt kuş, börtü böcek, yosun taş da kavrulur. Umut defteri dürülür hayatın. Varlık ambarı boşalır. Karanın deniz dibi, ormandır. Nasıl büyük denizlerin dibinde mercan kayalıkları, adı sanı bilinmeyen canlı türleri dolaşırsa, ormanda da mercanlarla sarılmış sırlı bölgeler vardır. Bildiğini sanırsın ama her seferinde kaybolursun o hazinede. Kaybolmazsan onun ürpertici inceliğini de bilemezsin. Dağların sırt sırta verip görkem kazandığı yerlerde, yamaçlardan zirvelere doğru bir varlık sürüsünün yayılıp gezmesi benzeri çamlar, ladin ağaçları, ıhlamurlar, köknarlar, ardıçlar çok dilli bir millet olup ayağa kalkarlar. Onların gölge saldığı, yaprak döktüğü her yerde mucizeler saklıdır. Ormanı bir ülke için cevher kılan şey bu mucizelerin kendiliğinden tabiat olması, akla durgunluk veren sebepler üretmesidir. Sen ancak güneş ışığının tazyikiyle bir örümcek ağının şaşırtıcı mimarisini görebilirsin mesela ama tabii döngüsellik her zaman başka şekilde çiçeklenir. Orman, hayatın ışıktan renge, sesten ürpertiye yoğunlaştığı ummandır.
Toprağa, yöreye, bölgeye, ülkeye karakterini veren asıl veren odur diyeceğim ama ormana bakışıyla da kişiliğini bulur bir ülke, bir toplum. Orman oraya yerleşenden önce oralı olmuştur. Kaçıp gidecek, konup göçecek hali yoktur. O kendi hal diliyle korumayı, besleyip büyütmeyi, insana, bitkiye ve her tür hayvana hizmet etmeyi bilir. Dibine serptiği tohumdan gençleşir, pençe pençe yükselip de gövdesini saran sarmaşığa bile tahammül eder. Kuş asıl ötmeyi kurt özgürce ulumayı rüzgar pervasızca esmeyi orada öğrenir. Orman kanunu, orman adamı, ormana dönmek gibi deyimler insanın ürettiği ve ormanı değil insan ilişkilerinin bozulduğu yeri gösterir. Orman adaletlidir. Dengeli ve liriktir. Öfkesi kendisine hastır kırılıp hastalanması, yaşlanıp dökülmesi de öyle. Şair ona asıl vasfını göstermeyi bilmiştir. ‘Bir ağaç gibi tek ve hür ve orman gibi kardeş’ olan ormanı idrak edebilir. Ormanı anlamayan baltasına sarılır. Söz baltasına. Ateş baltasına. Ben baltasına. Bilgisizlik ve cehalet baltasına.
Oysa insana düşen sadece ona yardımcı olmak. Sıkıştığı yerde önünü açmak, yaşlandığı yerde gençleştirmek. Ateşten, yağmadan, yabanın gözünden, muhterisin hesabından geri tutmaktır. İnsan insana engel olmaz, yol gösterip ufuk çizmezse, geceden gündüze, aydan seneye orman eksilir, kelleşir, neşesiz, şarkısız kalır.
Varlıklarının neşvesi bilmeyenler onu yakmaktan çekinmedikleri gibi onu korumayı da beceremezler. Bir tek dalınının acısıyla hemhal olmayanlar ondan çıkacak ateşten acı/ acıtma gücü devşirmeye yeltenirler. Dün bir dönümünü koruyamayıp hukuk baltalarıyla koynuna dalıp da şehvetle imar alanları açanlar, para pul çanağı eşenler ormanın ağrısından habersizdirler. Aktüalitenin dili öylesine boyunlarına dolanmıştır ki onların, dumanlar söndüğünde, alevler ölüp geçtiğinde aynı siperlere çekilirler, hesap üstüne hesap yaparlar. Oysa ormanın yangın korkusu daimidir. O insana yalvarır, sana kendimi emanet bırakıyorum bunun şuuruyla gönen der. Seni yoksulluktan, ıssızlıktan koruyacağım. Yoksa ikimiz de kül olacağız diye uğuldar?