Eskiden uzakların tadı vardı. Gidilmemiş yerde yaşardı sevilenler ve merak edilenler. Vakit uzadıkça, mesafeler arttıkça içten içe çoğalırdı acıyla sarmalanan bu tat. Zihin uzun uzun hazırlık yapardı uzağı yakın kılacak yol için. Hayal ile fedakarlık, düş ile çaba iç içe geçerdi. Belki binlerce yorgun kalp ve bir o kadar yorgun yüz umutsuzluktan telef oldu. Ne uzak için yola çıkabildi ne de oradaki hasretine kavuştu. Uzakların bir içleniş kipi hâlinde dilde dönerken bize bıraktığı saygınlık karşısında hep boyun büktük. Neredeyse ölüm daha yakın ve kolaydı. İçinde uzaklara dair nice tortuyla dönen seyyahların anlattıklarıyla biraz olsun ferahlayanlar oldu. Fakat uzak varlığın ırasında bir oluş darası gibi hep kaldığından olacak o yara da hiç kapanmadı. Elindeki tohumu dünyanın yaşaması için son bir fırsat diye düşünen nice idealist ufukları yora yora yol aldılar uzaklar için. Telef olmakla feda olmak arasındaki ayrımı görmeyenler için uzaklar bir kilometre, hesap, kitap ve ölçülebilir zaman meselesiydi. Oysa uzak tam da insanın kalbinden başlıyordu.
Artık hiç bir uzaklığın neredeyse sırlı bir tarafı kalmadı. İmkân çerçevesini kolaylıkla doldurabilir şimdi parası olan herkes. Moğol steplerine, Alaska’ya, Afrika’nın derinliklerine, Meksika Körfezi’nden Şili kıyılarına değin inebilir. Çok lüks yolcu gemileri yanaşabildiği her limana demir atar. İri boynuzlu geyiklerin çektiği kızaklarla soğuğun ve ormanın mağarasına inilebilir, İzlanda’nın fışkıran soğuk sularından lav köpüklerine değin her köşe ziyaret edilebilir. Norveç fiyortlarında Viking tekneleriyle yol alabilirsiniz. Çölün tam gecesinde yüksek ve sönmeyen ateşlerin önünde bedevi çadırlarında ağırlanabilirsiniz. Paranız yetsin. Vaktiniz olsun. Uzakta, çok uzakta ne varsa satın alabilirsiniz. Kamboçya, Tayland zor değil. Maldivler hele hiç uzak değil. Eskiden uzakların eşitlediği insan kümeleri şimdi uzaklıkları satın alabilme güçleriyle yeniden ayrışıyorlar. Sadece dış dünyada değil artık ülkemizde de uzağa gitmek gittikçe bir lüks ve ayrışma göstergesi…
Paranın ve gücün ayarttığı hödükler istedikleri kadar itiraz etsinler Kars’a gitmenin zahmetini göze alan bir meraklı otogara kadar inerek makul bir bedelle ulaşabilirdi bu hayaline. Sadece Kars’a mı? Alanya’dan Samandağ eteklerine, Didim’den Kazdağları’na, Azdavay’dan İnebolu’ya, Artvin’den Erzurum’a, Doğubeyazıt’tan Hasankeyf’e değin her yere yine makul ölçülerle ulaşabilir, uzaklığın iç âleminde yol alabilirdi. Dünya dahil ülke de gittikçe bir yoksulluk testine doğru yoklanıyor. Sadece tuzu kuruların sahip olabileceği seyahat imkânları, güvenli gıdaya erişim gibi tuhaf paradigmalar örülürken, başka bambaşka bir insan iklimi oluşturuluyor. Mülkiyet edinilmiş din ve milliyetçilik duygularıyla paketlenen kitle davranışları insan ruhuna esenlik ve özgürlük telkin eden uzaklık bilincinden soyulmak isteniyor. Neredeyse, uzağı, uzakları düşünmek, hayal etmek manevi bir suça indirgenmek isteniyor.
Bu mümkün mü? İnsanın, uzağı ve uzaklığı düşünerek geliştiği, darlıktan çıkıp zihni ve iktisadi özgürlüğüne kavuştuğunu hatırladıkça hayır mümkün değil. Sanatın ve düşüncenin yüksek dehaları hiç bir zincire razı olmadılar. Onların nefes alışlarına göre kendilerini yoklayanlar bile vardı. Fakat dijital çağın güdüleme kapasitesi ve gittikçe ontolojisi çatılan yoksulluk örgüsü düşünüldüğünde neden olmasın? Biliniyor ki artık insanın selameti uzaktadır. Yakında, içte olan her şey somurulup tüketilmiştir. Eşit ve alternatif bir uyanış olmadan, gücün ve paranın kontrolüyle yeni bir dünya kurmanın yoluna gidilmelidir. Hemen hemen bütün büyük çıkarların güvenliği uzakları kontrol etmeye bağlıdır. Şimdi, neredeyse hiç bir özgün ve saf sanat ve düşünce adamını yalnızlıktan başka bekleyen bir yol yoktur. Patronun, piyasanın, dinsel fanatizm yanında her tür kaba milliyetçiliğin dışında duranın kısmeti daha da daraltılmıştır.
Sanırlar ki çokçası, eskiden orada insanı akıl çelici tenler, altın ve gümüş çuvalları yanında dünya lezzetlerinin her türü beklediği için de çekiciydi uzaklar. Bu görüşün kendi içinde tutarlı bir yanının olduğunu akılda tutarak söylemek gerekmez mi? Hangi mum dibini aydınlattı, hangi meyve çürüme aşamasına gelmeden dibine düştü? Uzaklar, kendimize esastan bakma fikri yanında yöntemini de öğretir bize. Ve asıl korkunç olanı dün çok yakınımızda olanların bugün hesaplar, rakamlarla uzağa düşmüş olmalarıdır. Bir kez olsun uzaklığın idrakiyle ürpermeyenler iki kalp arasındaki mesafeyi de maddeye indirgerler. Ondan dolayı da uzaklıkların tadı vardı eskiden. Gitmek gelmek bir duygu ve düşünce meselesiydi. Dünyaya gelip ondan göçmek gibi...