Lodosun şevkine kapılmış yağmur, zaman zaman bir şaka köprüsü gibi kurulan gökkuşağının önünde bir sicim perdesi gibi sallanıyor. Ürkek ve şaşkın serçeler, adeta bu oyun iyice şenlensin diye saçaklardan sekiyor, pencere önlerine konuyorlar. İnsan istiyor ki, bu bir ve biricik anın sonsuz salınımında, hayallerini ve yaşama coşkusunu yanına katsın ve bir anlık huzur bulsun. Ne mümkün? Çok kısa sürmüş bir rüya tadı kalıyor dimağımızda böylesi her arzuda..
İktidar ve para, çatal dilli bir ahlak sorunu olarak Türkiye’de her gün ve her işte güncelleniyor, yaşamın her anını gölgeliyor. Ne yöne baksanız körlüğün iyimserliğiyle cebi şişip kalbi katılaşanlarla, duyarlığın ateşiyle yananlar iyice ayrışıyor. İşte daha birkaç gün önce, İzmir’de, bir ailenin evine çizikler atıldı, işaretler konuldu. Siz şusunuz, biz buyuz, yok edileceksiniz, imaları edildi çizgilerin diliyle. Mağara devrinden beri, insanın çizme iştiyakı belki hiç dinmedi ama böylesi çizikler, nokta nokta biriktirdikleri gerilimle, önce insanı, sonra da bütünüyle toplumu tehdit eder. Atılan her çizik, konulan her işaret, sembolize ettiği kötülükle kalmaz, etrafına çağırdığı gücün niteliğini de taşır. İlkellik, dinsel hiyerarşi, buyurma aşamasına geldiğinde, ne lodosun şevkine kapılmış yağmur ne de ürkek ve şaşkın serçeler güven altındadır. Zamanın kara şemsiye birden ters yüz olur, insanlar kollarını birer yangın çıkarma meşalesi gibi kaldırarak büyük bir linç meydanına koşarlar. Hiçbir koşucu tek başına değildir. Arkasında, iktidar ve para ile beslenmiş ve milliyetçi olduğu kadar dini duygularla körüklenmiş şiddet ve yok etme dürtüsü barınır.
Ne hakla insan insanın üstünü çizmeye kalkışır? Sen batılsın, ben hakkım davasına soyunur? Sözün ve düşüncenin, yetmedi, yaşama istediğinin kuruduğu yerde başlamaz mı çizme dürtüsü? Bir insan bir insanın veya bir topluluk bir topluluğun üstünü çizmeye yöneliyorsa, ya ciddi anlamda hastadır ya da engel olamadığı bir yok etme isteğine kapılmıştır. Onun için, öteki olmadan yaşama mümkün değildir. Sadece, kendi zihninin ürettiği kötüyü, yasadışı ve makbul olmayanı ortadan kaldırdığında hayatta kalabileceğini sanmaktadır. Bu kadim olduğu kadar bir vesileyle hep güncel dürtü, tarihten gelen sızmalarla yeni yeni tortulara bürünmekte daha vahimi, inanç, sanat ve düşünce hayatında mesafe alamayışımızın başka bir göstergesi olarak da önümüzde tütmektedir.
Sadece İzmir’de evleri işaretlenenler değil, her vesileyle, çılgın bir tutkuyla, insanlar insanları işaretleyip, altını üstünü çizmekte, ötekileştirip yuvarlak içine almaktadır. Yüzlerce yıl önce, başka uygarlıkların kendilerine özgü renkler ve çizimlerle duvarlara yansıttıkları resimlerin gözlerini oymaktan, heykellerin kolunu koparıp şehirlerini, mezarlarını define aşkıyla yağmalamaktan ne farkı vardır bunun? Kendisinden başkasına tahammül edemeyen aslında kendisine hiç güven duymaz. Binlerce yıllık bir mermer sütunun altında yağmurun sessizce sızışını görmeyen kendisine özgü bir ev hayali kuramaz.
Fazla geç bir zamanda değil, dün kadar yakın bir tarihte, yok etme efektiyle başka şehirlerde başka evleri işaretleyenler, birbirlerinin yaşama hakkını saklayıp korumayanlar, sosyolojik çarpıtma ve dengesiz maddi güç katlanmalarının yardımıyla, şimdi yerlerinden bir daha kalktılar, kendilerine göre zayıf, kimsesiz, kötü, lüzumsuz, tehlikeli gördükleri evlerin poetik saflığına leke sürmeye kalkıştılar. Mekan, poetik olduğu kadar ahlaki bir masumluk noktasıdır. Ona yönelen her eylem ve her nazar bu ölçüyle değerlendirilir. Bir eylem ortaya çıktığında bu yüzden biz onun ruhuna bakarız. Tütüp geldiği evreninin içine eğiliriz.
Hayat, rüzgarların, ağaçların, sokaklar ve ışıkların ve daha saymakla bitmez nice nice varlık ve oluşların arasından akıp gider. İnsan, kendisine yazgılı olan kendilik şuuruna dalıp oradan özgün bir yaşama üslubu bulandır. Böyle, genleri parçalanmış, iyilik ve güzellik adına ne kadar değer varsa onları geride bırakarak, barbar bir çehreyle, başkasının can evini, ötekinin düş eşiğini, akbabalar gibi yağmalama dürtüsünü gördüğümüzde, ayaklarımızı iyice yere basıp, insan olmaktan gelen değerlere bağlı kalmaktan ve karşımıza çıkan kötülüğünü sonuna kadar aydınlatmaktan başka yol yok.
Kim ki üzerini çizer başka bir varlığın ve kim ki Tanrı’nın kudret kaleminden zerrece nasibi olmadan, kalemi böylesi bir kötülük yolunda kullanır, o büyük ziyandadır.